Onlar da bu ülkenin yurttaşlarıydı, tıpkı bizler, hepimiz gibi. Ama pek çoğumuzdan bir farkla: dedelerinin, hatta büyük dedelerinin doğduğu kentte yaşıyorlardı. O zamanlar kentsel dönüşüm, ya da mülkün el değiştirmesinin yöntemi buymuş demek.
Türkiye bunlarla utanç duyacak mı acaba bir gün? Yoksa tarihin bu koca kamburunu hep bir avuç vicdan mı sırtlayacak? Nereye kadar?
Eğer vicdan hep bir avuç kalacaksa, kalırsa bu dünya yaşanmaz olur, hiç kimse yaşayamaz... Çünkü öteki'nin de ötekisi var ve 'ben'i, 'biz'i tanımlamak, var etmek için 'öteki'ne mecburuz, yani bir arada yaşamaya mecburuz... Yani ortak vicdanı büyütmeye mecburuz, yoksa hiç kimseye hayat yok bu dünyada.
UTANÇ UNUTULMASIN!
KAYDA GEÇSİN diye...
Can ÇINAR
Yüzleşilemeyen iki günden:
"6 - 7 Eylül 1955 Planlanmış Kıyımı"ndan 210 fotograf"
6-7 Eylül Olayları ve devletin faş olması
Yılmaz Murat Bilican, 10 Eylül 2013 / T24
http://geckal.blogspot.se/2014/09/yuzlesilemeyen-iki-gunden-6-7-eylul.html
Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçmişte kalkıştığı, ve sonradan "muhteşem bir örgütlenme" olarak anılan ve bir türlü hakkıyla yüzleşemediğimiz, bu nedenle de, yaşananlar ve sonuçları bakımından vicdanımızı derinden sızlatan "6-7 Eylül Olayları"nın 58. yıldönümündeyiz. [Bu yıl 59. HA] Başta planlananın çok ötesine sıçrayan, biraz da bu nedenle, tertipleyenlerin eline yüzene bulaştırdıkları ve devletin faş olmasına neden olan bir örgütlemedir 6-7 Eylül. Özellikle Istanbul ve İzmir’de, başta Rum’lar olmak üzere gayrimüslim vatandaşlara kabus gibi iki gün yaşatan bu olaylara, Türk ulus-devletinin kuruluş sürecinde uygulanan politikaların aslında bir devamı niteliğinde fakat, biraz aceleye gelmiş, sonuçları beklentileri aşmış bir örgütlenme olarak bakmak da mümkündür.
Ne oldu 6-7 Eylül 1955’te?
1955 yılına bakarsak, ülke gündemindeki en önemli madde Kıbrıs sorunudur. Grivas önderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamış, saldırılar kamuoyunda büyük bir öfkeye neden olmuştur. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmiş, Konferans 29 Ağustos’ta başlamış ve Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’yi temsilen yerini almıştır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşlarını ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, Hürriyet Gazetesi yazarı ve hükümetle yakın ilişkileri olan bir kişidir. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli İstihbaratla ilişkileri bilinmektedir. "Türkiye Türklerindir" alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan aleyhtarı yayın yürütmektedirler.
Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği ve konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini belirten telgrafı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, aslında olaylar için adeta başlat komutu verir. 5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Ortam oldukça sıcaktır.
Beklenen Kıvılcım Selanik’ten Gelir
6 Eylül günü öğlen saatlerinde radyolar, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını duyurdu. (Gerçekte bahçeye atılan küçük çaplı bir patlayıcı binanın iki camını kırmıştı sadece) Demokrat Parti ve Milli istihbaratla yakın ilişkide olan Istanbul Ekspres gazetesi, bu haberle normal tirajının çok üstünde baskı yapar. (Bunun için önceden kağıt stoğu yaptığı iddia edilmiştir)
Öğleden sonra ellerinde tek tip sopalarla harekete geçen gruplar Önce İstiklal’de gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya ve yağmalamaya başlarlar. Yağma kısa sürede, diğer semtlere de yayılır. Sonradan tanıkların anlattıkları, grup liderlerinin ellerinde listelerin olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini, bazı ev ve işyerlerinin önceden tebeşirle işaretlendiğini, cana zarar vermemek üzere uyarıldıklarını gösterir. (Bu sayede az can kaybı, bol tecavüz olmuştur.) Benzer eylemler İzmir’de de başlar. 6 Eylül gecesi olaylar artık çığırından çıkmıştır yağma ve zorbalık akıl almaz boyutlara ulaşmış ve kontrol kaybedilmiştir.
Hükümet 6 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan eder. Ama iş işten geçmiştir, yıllardır gayrimüslimlere karşı öfkeyle yetiştirilen kitleler, kontrolsüzlüğün ve yağmanın da tadını alınca durdurulamamışlar, saldırılar İstanbul’da 7 Eylül’de de aynı hızla devam etmiştir.
"Dozu kaçmış" bilanço
Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda, “Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü vardır.Yaralı sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür.
Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar.
ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar liradır. “ (Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin ‘muhteşem örgütlenmesi’,Taraf Gazetesi ,07.09.2008)
Hükümet olayların ardından özür dileyerek zararların ödeneceğini söyler, hemen ardından komünist avına başlar, tanınmış solcuları tutuklar fakat gelen tepkiler üzerine serbest bırakmak zorunda kalır. Dava gerçek suçlulara dokunamadan kapanır. 1960 darbesi sonrasında yeniden açıldığında ise devlet olup biteni, büyük bir öfkeyle yargıladığı siyasetçiler üzerine yıkarak kendini temize çıkarır.
Peki bu ilk miydi?
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Anadolu’nun Türk’leştirilmesi Kemalist ideoloji tarafından vazgeçilmez bir politika olarak benimsenmiş, yasalar ve uluslar arası sözleşmelerde bir takım azınlık hakları garanti edilmesine rağmen, yapılan mübadele anlaşmalarıyla azınlıklardan kurtulma, kalanlar için de yoğun bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Bütün politikalarını Türklük üzerine kuran devlet, modernleşme projelerinin ancak bu şekilde gerçekleşeceğini hesaplamıştır. Bu yaklaşım hem ekonomik hem de siyasal olarak, Türk olmayan azınlıkları engel olarak görmüştür. “Hükümetin özellikle ekonomi politikası alanında aldığı önlemler, Türk unsurun taşıyıcı öğe olarak düşünüldüğünü gösterir. Nitekim 1942 yılında yürürlüğe giren Varlık Vergisi, Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ekonomideki liderliğine son vermeyi hedeflemiştir. Devletin zorunlu göç ve iskân politikaları da bu homojenleştirme çabalarıyla bir arada değerlendirilmeli, dolayısıyla, 1934'teki, 'Trakya olayları' olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe sevk için yapılan saldırılar ile 1930'larda Kürtlere uygulanan iskân politikaları da bu bağlamda ele alınmalıdır. Aynı dönemde, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin Anadolu'nun merkezlerine ve ardından İstanbul'a göç ettirilmesinin amacı ise gayrimüslimleri tümüyle Anadolu'dan uzaklaştırıp İstanbul'da toplamaktır. 1946' da yazıldığı düşünülen bir CHP azınlık raporu bunu açıkça ifade eder. Rapora göre, 1950'lere kadar Anadolu, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmeli ve sonra İstanbul, Yunanistan'la olan bağları ve nüfusun çokluğu nedeniyle Rumlardan arındırılmalıydı.” (Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005)
Uygulanan bu politikaların sonraki yıllarda da bitmediğini, kesintisiz bir devlet politikası olarak hep devam ettiğini söylemek için bazı satır başları verebiliriz:1964 yılında Rum vatandaşların Yunanistan’a göçe zorlanması, 2000’li yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının önemli bir gündem maddesinin misyonerlik olması, Trabzon’da öldürülen rahip, Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki Zirve Yayınevi cinayetleri ve son olarak ortaya çıkan devletin Lozan’dan bu yana Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarını nüfus kayıtlarında numaralandırmış olması ve bu numaraların hala kullanılıyor olması...
Yazımızı, olayların yönünü ve boyutunu ve faillerini ele verecek alıntılarla bitirelim.
Canlı Tanıklar
"Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, iki yaşındaydı Lula. (Sarıyer) Yenimahalle'de yazlıktaydık. İstanbul'dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n'apalım derken artık karanlık da oldu. Arka tarafta bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula'yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hemen oda kapısını açtı. Türkçeyi Türk gibi konuşuyordu babam. 'Kırıyoruz' dedi, 'Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun' dedi, gelenler. 'Beni, karımı, kızlarımı öldürün' dedi babam. 'Yok, öldürmeye iznimiz yok' dediler, 'kırmaya iznimiz var.' İsmini sordular, 'Kemal' dedi babam. 'Afedersin, Kemal ağabey' deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki, 'Hangi Kemal? Bu Koço'dur, Rum'dur.' Tekrar geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde bir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, 'Kırın' diyordu babam, ne yapsın, 'kırın, atın, helal olsun, atın!' Kırdılar, vurdular, gittiler. Papazın kızlarını istediler. 'Burada yoklar' dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler."
Aynı saatlerde, F.S.'nin kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci'den yola çıkar. "O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci'den, Yenimahalle'ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı." (Tarihe Bin Canlı Tanık projesi kapsamında 74 yaşındaki ev kadını F.S. ile yapılan görüşmeden aktaran Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, s. 14-15)
“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türktü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı. (A.g.e., s. 17)
“Yayamın evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.” (A.g.e., s. 19-20)
"Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrımüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, 'Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya'da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım' dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte... Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağrıma gitti.” (Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005)
İtiraf Gibi
Özel Harp Dairesi (ÖHD) başkanı, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulunda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleri:
“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D. olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? (...) Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al...
-Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı?
-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
-E, evet Paşam!...”
(“Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991)
Yılmaz Murat Bilican / ybilican@aci.k12.tr / Kaynak: T24
O güne dair bir canlı tanıklık:
6-7 Eylül 1955’te yağma olaylarını katıldığını söyleyen ‘Eski İstanbul kabadayısı’ Mikdat Remzi Sancak o geceyi anlatıyor:
"Beyoğlu’nda ne kadar gayrimüslim varsa hepsinin dükkânlarına, evlerine daldık... Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da…"
FUNDA TOSUN
Mikdat Remzi Sancak’ı, Zaman gazetesinin 4 Eylül sayısındaki söyleşisi vasıtasıyla tanıdık. “Eskiden herkesi silahıyla karşılardı şimdi hurma ve zemzemle uğurluyor” başlıklı haberde, bir “Eski İstanbul kabadayısının” portresi çiziliyor, Sancak’ın geçmiş maceraları anlatılıp, bugün ne kadar dinibütün bir hayat yaşadığına dikkat çekiliyordu. Haberin kenarına iliştirilmiş küçük bir kutuda ise Sancak’ın 6-7 Eylül katliamı sırasında yaptıkları sıkıştırılmıştı. Gazetenin özel bir önem atfetmediği bu bilgi, bizim için fevkalade değerliydi, çünkü belki de ilk kez, 6-7 Eylül 1955 gecesi İstanbul sokaklarında yağma ve şiddet eylemlerine katılan bir kişi, yaptığı talanı açıksözlülükle anlatıyordu. O gün İstanbul’da olup, gayrimüslim komşusunu koruduğunu söyleyenler dışında ilk kez bir ‘gayrı-gayrimüslim’, işlediği suçu itiraf niteliğinde sözler sarf ediyordu. Hemen aynı gün, Sancak’tan telefonla randevu istedik ve birkaç saat sonra da kapısını çaldık. 6-7 Eylül’ü ve daha fazlasını anlattı.
6-7 EYLÜL’ÜN BİLANÇOSU
6-7 Eylül 1955’te, Türkçe basına göre 11, bazı Yunanca kaynaklara göre 15 kişi öldürüldü.. Akademisyen Dilek Güven’e göre, ölü sayısının ‘az’ oluşu, gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralandı. Yine Güven’e göre resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan kadın sayısının, 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir. Aynı gün ve gece, 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul, yüzlerce mezar ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı.
Sohbetimiz sırasında öğrendik ki, Mikdat Sancak’ın dedesi, Ermeni kıyımında ciddi rol oynayan çeteci İpsiz Recep’in en has adamlarındanmış. Karadeniz’in iki yakası arasında kaçakçılık yapan resmi tarihin kahramanlarından İpsiz Recep, 17 Ermeni’yi komitacı oldukları gerekçesiyle öldürdükten sonra, hapis yatmaktan kurtulmak için Milli Mücadele saflarına katılmıştı. Suça bilimum suça bulaşmış elemanlar gibi ona da cezasına münasip bir rütbe verildi.100 yıl üstündekiler subay, 15 yıl üstündekiler çavuş, 5 yıl üstündekiler ise er olarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya alınırken, İpsiz Recep başarılarından dolayı yüzbaşı olarak onurlandırıldı. İşte bu İpsiz’in en has adamlarından birisi olan Hacıdedeoğlu Seyit, 70’lerin meşhur kabadayısı, 6-7 Eylül’de sokaktaki yağmaların katılımcısı Mikdat Bey’in dedesi. Milliyetçi bir ‘kabadayı’nın hikâyesinin, Türkiye’nin karanlık tarihiyle olan bağı için ‘tesadüf’ denilebilir mi sizce?
Geçtiğimiz yıl umreye, bu yıl da hacca giden ve imanlı bir Müslüman olduğunu her fırsatta dile getiren Sancak, “Trabzon Sürmele’liyiz. Yedi göbekten Türk’üz. Ben biraz Rumca bilirim ama Laz değiliz. Kanımız, soyumuz belli. Sancak ailesi olarak sadece İstanbul’da 500 aile var. Yani bizim sülaleyi toplasan bir ilçe olur. Mütareke yıllarında haber gönderdi Atatürk. Ne kadar adam çıkartabilirsiniz dedi. İş fena tabii. Topal Osman ‘beş bin tüfekliyle emrindeyim’ dedi. Başkası ‘üç bin adam getirim’ dedi. İpsiz Recep’e sordu, ‘kaç kişi’ dedi. O dedi ki, ‘ben işimi bilirim, bir tüfeğim bir ben yeterim. Sonra benim dedem de katıldı Recep’in ekibine. En has adamı oldu. Biz böyle bir köklü aileyiz işte. İpsiz Recep’in torunlarıyız bir anlamda.”
6-7 Eylül: Galeyana geldik
O sıralar denizcilikle uğraşan Mikdat Remzi, muhallebi yerken ‘rastgelir’ 6-7 Eylül güruhuna. Ve tıpkı dedesi gibi, canhıraş bir şekilde yerini alır milli davada: “Ben o sıralar İstanbul’da yeni sayılırım. Denizciydim. Mal taşırdım. Haydarpaşa Garı’ndan Eminönü haline. Tesadüfen, o gün memleketten gelen bir arkadaşla Tophane’de muhallebi yiyorduk. Baktık insanlar koşuyor. Ortalık karıştı. Duyduk ki Atatürk’ün evine bomba atmışlar. Millet galeyana geldi tabii. Dükkânların camlarını kırıp içerde ne var ne yok alıyorlardı. Polisler de vardı ‘kırın, saldırın!’ diye bağırıyorlardı. Biz de katıldık, napalım?
Ne kadar Rum, Ermeni, Süryani, Musevi varsa hepsinin dükkânlarına girdik, evlerine daldık. Öyle bir kargaşa vardı ki, İstiklal caddesinde iki gün tramvay çalışamadı. Yola kumaşlar, perdeler, eşyalar atılmıştı. Bir ara baktım bir kuyumcu dükkânına saldırıyorlar. Ben de karıştım aralarına, vitrinde ne var ne yoksa doldurdum koynuma. Küpe, müpe, altın… Epey bir süre sonra gece 12 civarı asker geldi, biz kaçıştık. Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da…
Öyleydi, bir kargaşa olmuştu ki herkes ne çarptıysa kaldırdı. Düşün, o zaman tramvaylar 3 kuruş. Yozgatlı bir köylü vatmana bilet parası vermek için elini cebine atıyor. Bir tane binlik çıkartıyor. Vatman, ‘bozamam’ diyor. Adam tekrar elini atıyor, cebine bir binlik daha çıkartıyor. Köylü adam, bilmiyor ki parayı. Bir kere daha, bir kere daha, bitmiyor. Vatman polis çağırdı. Adamın üzerinden 40 tane binlik çıktı. Aslında olanlar olacak iş değildi.”
Çorum katliamı ve ASALA ‘temizliği’!
Mikdat Remzi hayatın doğru yolla çalışarak kazanamayacağına karar verir ve kendi deyişiyle “faili meçhul” işlere girer.1980 darbesinin ardından uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hapse girer. Kendi deyişiyle hapse girer ama mahpusluk yaşamaz. Çünkü, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan subaylardan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız çok yakın “dostudur” Sancak’ın. Bir de bir tuğgeneralden bahsediyor Sancak, ismini vermeden. Çorum katlimı sırasında Çorum’dadır. Tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi hikayeleştiriyor bu katliamı da: “Galeyana geldik, 105 kişi öldü.”
Yeraltı dünyasının önemli isimlerinden biri haline gelmiş zamanla. Ama mesele hiçbir zaman sadece mafyavari işlerle sınırı kalmıyor. ‘Milli’ meselelerle olan ilişki de hiç kopmuyor: “Dündar Kılıç bizim elimizde büyüdü, her şeyi bizden öğrendi. Ağansoy, Çakıcı bizim yanımızda kumarhanede kapı açan çocuktu. Hükümet birer bant verdi, bunlara. Bazı görevler verdi, vatan için ve ‘Eğer muvaffak olmadan yakalanırsan seni tanımayız’ dedi. Yurt dışında bizim konsolosları, elçileri öldürüyorlardı, o zamanlar. Devlet ne yapacak? Çete gönderecek, resmi askerini polisini gönderemez ya. Bunlar toplanıp gitti. Yunanistan’da İran’da kampları temizleyip geldiler, Ermenileri duman ettiler. Ermeniler demeyelim ASALA diyelim. Bütün Ermenilere mal edemem ASALA’yı. Neyse, hallettiler işi bizimkiler, hiçbir zayiyat da vermediler üstelik. Sonra ne yaptı devlet, kelleyi koltuğuna almış vatan için savaşmış bu adamları kaldırıp attı. Sonra sahip çıkmadı devlet bunlara. Bunlar da kendi işlerine baktılar. Yolarını buldular… Ben seksen darbesinde içeri alındım. İftira ettiler. Uyuşturucu kaçakçılığından yattım. İftira ama benim bazı faili meçhullerim vardı. Allah verdi bence o cezayı bana. Kestiler 14 yıl ceza. Ama yattım diyemem, rahattım. İstediğim vakit içeri girer, istediğim vakit çıkardım. Kimse karışamazdı bana. Çıkarken dışarı gardiyan falan vermezlerdi yanıma. Cezaevi müdürü falan yalan yani. Bir başsavcı vardı benden yukarda, gerisi hikâye... Çünkü bizim çok yakın bir akrabamız generaldi. Çorum olayları sırasında da Çorum’daydım. Bir sürü Alevi insan öldürüldü. ‘Aleviler camiyi yaktı’ diye duyduk, galeyena gelindi sonra 105 Alevi öldürüldü. Ben severim Alevileri, bizim Sünnilere göre daha açık kafalı, daha akıllıdırlar. Kadınları bizimkiler gibi yobaz değildir. İşte o zamanda bir sürü insanı öldürdüler. Yine bizim halk galeyana geldi. Aleviler iyi insanlar. Kürtler de iyidir ama üzüyorlar bizi. Ben de bir kitap var ‘28. İsyan’ diye. Yani bu mesele öyle yeni bir mesele değil. Bu ayrı gayrılık seksen yıllık hikâye. Kıyım olmadan altından kalkamayız bu işin… Neyse, darbeden sonra cezaevlerine Atatürk büstleri konması ve özlü Türk sözleri yazılması kural oldu. Çorum’da yoktu bu işi yapacak zanaatkar adam. Ben yaptım cezaevindeki Atatürk büstünü. Altına da ‘Türk, Öğün, Çalış, Güven’ diye yazdım.”
Kocası gayrimüslimdi, kaçırdım!
Mikdat Remzi Sancak dört evlilik yapmış. Daha doğrusu üç kadın kaçırmış. Bu üç kadının ortak özelliği Türk olmamaları. Sancak’ın dördüncü eşi, Stalin’in iktidarında Kremlin Sarayı’nda kalan Anna Simonovna Sakalova’nın kızı. Sakolova ise İnönü zamanında Sümerbank fabrikalarının kurulması için 65 genç arasındaki Ata İpekyılmaz’a aşık olup Türkleşen Yüksel İpekyılmaz.
Sakolova’nın aşk hikâyesini 2001 tarihli Hürriyet gazetesi şöyle anlatıyor: “Hayri Bey (Sümerbank Genel Müdürü) bizim için İsmet İnönü ve Politbüro üyesi Kalinin’in buluşmasını sağladı. Kalinin, bana ‘Evlenecek başkasını bulamadın mı?’ diye sordu. İnönü ise epey caydırmaya çalıştıktan sonra, ‘Seninle başa çıkılmaz. Tek şart koşuyorum, Müslüman olacaksın’ dedi. Kabul ettim. İnönü Türkiye’ye girmem için gereken belgeyi Kremlin’de imzalayıp verdi.”
Sancak ise işte bu Sakolova’nın kızı Müjgan’ı kaçırışını şöyle anlatıyor: “İlkinde Siirt’li bir Arap kızını kaçırdım. 16 yaşındaydı. Bir yıl falan sürdü. Sonra bir Arnavut’la evlendim. O da kısa sürdü. Üçüncüsünde amcamın kızını aldı. O da bir buçuk yıl kadar sürdü. Ama esas hanım benim başkaydı. Kırk bir yıl sürdü onunla evliliğim. Bir gün bizim lunaparka bir kadın geldi. Ama ne kadın! Çok güzel, kültürlü de üstelik. Yeşilköy güzellik yarışmasında birinci olmuş, yüzücü falan. Kadın evli, kocası gayrimüslim, iki de çocuğu var. Kadın da ecnebi, Rus. Benim kayınpeder Kremlin’den kaçırmış kayınvalideyi. Ben de kızını kaçırdım Yeşilköy’den. Evli, mevli ama kim takar? Kocasının maddi durumu yoktu. Kocası bir şey yapamadı tabii. Nasıl karşı gelecek bana. O zaman bütün Yeşilköy benim kontrolümdeydi. Burada bir lunapark vardı benim. Oraya her gün çuvallarla para taşırdım. Çekip gitti, adamcağız. Tamam, ben yaptığımın doğru olduğunu söylemiyorum, ama gençlik. Dinen de yasak ama Allah affeder.”
‘Gayrimüslimler bana sığındı’
“Ben geldiğimde buraya bir tane Türk Müslüman adam yoktu. Hepsi ecnebiydi. 5 tane araba vardı. Biri Madam’ın arabası, bir jipti… Yeşilköy’de beni herkes tanır, sever. Gayrimüslimler daha çok sever. Yeşilköy’deki Katolik kilisesinin inşaatında bile emeğim vardır. 1974 yılında Kıbrıs çıkarması oldu. O zaman Polat sitesi ünlüydü. Orada oturuyorum. Eve gittim. Hanımın bütün Rum arkadaşları korkmuşlar, bize gelmiş, Remzi abinin evinde bize bir şey yapamazlar diye düşünmüşler. Doğruydu da, buraların asayişi benden sorulurdu. Karakol benden sonra gelirdi. Herkesi misafir ettik, kapıya da silahlı bir adam diktim. Kaldılar bir süre. Sonra sürdüler kimilerini, Yunanistan’a falan gittiler işte.”
O da bu kalabalığın arasındaydı
Katliamın yaşandığı gece, İstanbul sokaklarında on binlerce kişiden oluşan bir kalabalık, gayrimüslimlere ait ev, işyeri ve kurumlara saldırdı. Mallar yağma ve talan edildi, cinayetler işlendi, kadınlara tecavüz edildi. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı iddiasıyla başlayan olaylar sonrasında, binlerce gayrimüslim, Türkiye’de kendileri için yaşama imkânı kalmadığına inanarak, binlerce yıllık memleketlerini terk etmek zorunda kaldı.
Atatürk'ün Selanik'teki evine bombayı attığı belirlenen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin, Türkiye’de bürokraside görev aldı. 22 Şubat 1992-18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliğine getirildi. Olaylar sırasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu'na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demecini verdi.
(Bu söyleşi 9 Eylül 2011 tarihinde Agos’ta yayımlanmıştır.)
6-7 Eylül 1955 olaylarının İzmir bilançosu
8 Eylül 1955 Perşembe günü yayınlanan Demokrat İzmir gazetesinin “Nümayişlerin son bilançosu” başlığı altında konuyla ilgili olarak yayınladığı haberi olduğu gibi bilginize sunuyoruz.
http://www.yurtsuz.net/News.aspx?newsid=1697
Nümayişlerin son bilançosu
İstanbulda 400 den fazla yaralı, 34 ölü ve meçhul intihar hadisesi var. Şehrimizde tahribatın iki milyon civarında olduğu söyleniyor.
Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve Yunanlılar tarafından bomba konduğu haberi üzerine, İstanbulda ve şehrimizde çıkan hâdiseler malûmdur. Bu sebep ile şehrimizde vukubulan zarar ve ziyanı tesbit için yaptığımız tahkikattan aşağıdaki neticeleri almış bulunmaktayız:
İzmir
Yunan pavyonunda
Pavyonu açacak Yunan delegasyonu, hâdiseden bir gün evvel, Fuar Müdürlüğüne, pavyonun ayın onunda açılacağını kat'i surette bildirmiştir. Bu maksat ile Selânik'e ait bir sandık propaganda broşürü, bir miktar sakız ve jileti pavyona getirmiş bulunuyorlardı. İki sene sonra Fuar Müdürlüğüne geçecek olan pavyonun değeri yüz elli bin liradır. Halen pavyondan istifade edilecek bir taraf kalmamıştır denilebilir. Kalan enkaz üzerinde Türk bayrağının resimleri, «Kıbrıs Türktür», «Yasasın Türk Kıbrıs» gibi ibareler bulunmaktadır.
Yunan konsoloshanesi:
Evvelce Atatürk caddesinde, İtalyan ve Almanya konsolosluk binaları arasında bulunan Yunan konsoloshanesi, hâ disenin vukubulduğu geceden iki gün evvel, yine Atatürk caddesinde 308 numaralı bina ya taşınmış bulunmaktaydı. Nakil iii ikmal edilememiş olduğundan konsoloshaneye eşyanın mühim bir kısmı hâdise gecesi eski binada buluyordu. Yeni Yunan konsolosluk binasının değeri iki yüz bin lira civarında olup bina, sahibi Necati Şeşbeş tarafından yetmiş bir bin lira sarf ile yeniden tamirat ve tadilâta tabi tutulmuştu.
Tahrip edilen dükkânlar:
Enternasyonal Fuar münasebeti ile Konak Meydanındaki şeref direklerine çekilmiş bulunanecnebi devlet bayraklarından Yunan bayrağının gençlik tarafından indirilmesi hâdisesinin devamı olarak şehrin muhtelif yerlerindeki Yunanlılara ait dükkân ve evler nümayişçiler tarafından tahrib edilmiştir.
Alsancakta, Mesudiye caddesinde Niko ve İlya adlı şahıslara ait bakkal dükkânı, yine Mesudiye caddesinde Vasİli adlı şahsın müsteciri bulunduğu İstanbıl Pastahanesi, AIsancak pazar verinde bir bisiklet tamirhanesi, bir çiçekçi dükkânı ile boş bir halde bulunan bir pastacı dükkânı ve içindeki eşyalar nümayişçiler taralından tahrip edilmiş ve dükkânların içinde bulunan eşyalardan bir kısmı da caddelere çıkarılarak ateşe verilmiştir.
Tahrip edilen evler:
Başta, doktor Halikopolo, tüccar Andre Kaponi, Nato'da vazifeli binbaşı Manzarlisin evleri ve dükkânları yıkıp yakılarak muhtelif yerlerde, Yunanlılara ait 14 ev kısmen tahrip edilmiş ve bu evlerin eşyaları evlerden dışarı atılarak kısmen yakılmış ve kısmen de tamamen işe varamaz bir hale getirilmiştir.
Otomobiller yakılıyor!
Yunan pavyonunu, konsoloshanesini. Yunanlılara ait evleri ve dükkânları yıkıp, yakmakla heyecanlarını teskin edemeyen nümayişçiler gecenin geç saatlerinde, şehrimiz deki Yunanlılara ait otomobilleri tahrib etmeye başlamışlardır.
İlk olarak, şehrimizde, Domuzcu Dimitri namı ile mâaruf şahsın sahibi bulunduğu 1013 numaralı otomobil Atatürk caddesinde, benzin depo su ateşe verilmek sureti ile tutuşturulmuş ve bu hamseyi 5 arabanın daha yakılarak tahrip edilmesi takip etmiştir. Yakılan arabalardan ikisi denize atılmıştır.
Bu hâdiselerin cereyanı sırasında bir kısım nümayişçiler tarafından, Çocuk Hastanesi yanında bulunan kilise ile Alsancaktaki ingiliz kültür heyeti binasını tahrip etmişler ve kilisede yangın çıkarmışlardır.
Zarar bilançosu:
Bütün bu hâdiseler netice sinde husule gelen zarar ve ziyanın hayli kabarık bir yekûn tuttuğu tahmin edilmektedir.
Salahiyetli makamlardan aldığımız malûmata göre bir gecede şehrimizde husule gelen zararın yekûnu iki milyon lira civarındadır.
İki gazeteci tevkif edildi
Diğer taraftan aziz Atatürk’ün Selanikteki evine bomba atılması hadisesine dair verdiği haber halkı nümayişe teşvik eder mahiyette görüldüğü için şehrimizde münteşir Gece Postası Gazetesi mensuplarından Nuri Erdol ile Abbas Çetin tevkif edilmişlerdir.
Halen tevkif olunanların miktarı, 15 kişidir. Evvelce nezaret altında tutulanlar serbest bırakılmışlardır.
İSTANBUL'DAKİ DURUM
İsttanbul, 7 (Hususi)- Yunanlılar tarafından evvelki gece Selanik’te Aziz Atatürk’ün evine ve Selanik konsolosluk binamıza bomba ile yapılan menfur tecavüz hadisesinden dolayı İstanbul'da dün öğleden sonra husule gelen feveran gece sabaha kadar devam etmiş ve alınan bütün önleyicii tedbirlere rağmen halkın heyecanı bir türlü yatıştırılamamış ve maalesef bu çok müessif hâdiseler vuku bulmuştur.
Gittikçe artan heyecan ve hâdiseler karsısında sükûnetin temini için nihayet hükümet dün gece İstanbul ve İzmir şehirlerinde örfi idare ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu arada muazzam bir kalabalık tarafından yer yer çıkarılmakta olan yangınların sonunun alınması için gece saat 24 den sonra İstanbul şehrinin bütün elektrik cereyanları kesilmiş ve bir taraftan itfaiye, bir taraftan askeri birlikler ve bir taraftan da zabıta kuvvetleri sabahın erken saatlerine doğru nümayişçileri teskin etmeğe muvaffak olmuşlardır.
Diğer taraftan tamamen bir harabeye donen İstanbul şehrinde bugün sabahtan ıtibaren hayat tamamen felce uğramış ve muhtelif semtlerdeki bazı Türk bakkaliye dükkânlarından başka da hiçbir gıda maddesi satan dükkan açılmamış ve açılanlar da kısa zamanda ellerindeki malları sattıklarından kapatarak evlerine dönmüşlerdir.
Ana caddeler ve diğer bütün cadde ve sokaklar dün gece tahrip edilerek yakılan mağaza ve dükkânların eşya ve malzemeleri ile dolu olduğundan uzun zaman vesaiti nakliye çalışamamış otobüs ve tramvay şirketi ameleleri sabahın erken saatlerinden itibaren yolların temizlenmesi için faaliyete geçirilmiştir. Ancak öğleden sonra saat 16 sıralarında tek tük tramvay arabaları çalışmağa başlamışlardır.
Dünkü hâdiseler sırasında asayişin temini maksadı ile ordu birliklerinden yardım talep edildiğinden buğun sabahın erken saatlerinden İtibaren bütün ana cadde ve yol kavşaklarında zırhlı birlikler ve tanklar devriye gezmeğe başlamışlar ayrıca askerî birlikler ve motorize birlikleri, İstanbul cadde ve sokaklarını baştan başa dolaşarak herhangi bir hadisinin vukuu İhtimali karşısında hazır bulundurulmuşlardır. Aksam saat 20 sıralarında muhtelif kışlalardan celbedilen motorlu toplar da şehrin belli başlı yerlerine yerleştirilmiş ve emniyet tertibatı takviye edilerek devriyeler sıklaştırılmıştır.
Diğer taraftan sokaklarda gezmek âdeta imkânsızlaşma esasen hiç vasıta işlemediğinden ve her sokak basında motorlu ve yaya askeri devriyeler gezdiğinden kimse evinden çıkıp işine gidememiştir. Bu arada bilhassa öğleden sonra şehirde bir gıda maddesi ve ekmek sıkıntısı bas göstermiş ve halk fırınlara hücum ederek ekmek temini İçin camlarını çerçevelerini indirmişlerdir. Bilhassa akşama doğru bütün fırınlar kapanmış ve birçok semtler ekmek siz ve yiyeceksiz kalmışlardır.
Bundan başka öğleye doğru saat 11 sıralarında henüz bilinmeyen bir sebepten şehrin suyu da kesilmiş olduğundan halk çok müşkül vaziyette kalmıştır. Gecenin geç saatlerine kadar arıza giderilemediğinden şehre su vermek imkânı hasıl olmamıştır.
Dün gece ilân edilen ve sabahleyin kaldırıldıktan sonra bilâhare tekrar vazedilen örfi idare hâlen yürürlükte olduğundan şehirde tam bir sükûnet hüküm sürmektedir.
Diğer taraftan dün geceki tahribat ve zayiatın yekûnları resmî olmamakla beraber peyderpey alınmaktadır. Bilhassa dün gece geç vakit şehrin muhtelif yerlerinde 24 tane Rum kilisesi ateşe verilmiş bunlardan bir kısmı tamamen yanmış, bir kısmı ise kısmen yandıktan sonra söndürülebilmiştir. Söndürme ameliyesi sırasında nümayişçiler tarafından hortumlar kesildiğinden itfaiye müşkül vaziyette kalmıştır.
Yine dünkü hâdiseler sıramda 400 den fazla muhtelif yaralı olduğu ve bu arada ölü adedinin 34 e baliğ olduğu anlaşılan haberler meyanındadır. Bu arada münferit vakalar olduğu da bildirilmekte olup Eminönünde dünkü hâdiseleri takbih eden bir Rum genci, birkaç şahıs tarafından iyice tartaklanmış ve koma halinle hastahaneye kaldırılmıştır. Rum gencinin bilâhare öldüğü haberi çıkmışsa da netice öğrenilememiştir.
Dünkü hâdiselerle ilgili oldukları sanılan 1300 kişi bugün öğleye kadar toplanarak nezaret altına alınmışlar ve diğerlerinin yakalanması için gerekli tertibat alınmıştır.
Diğer taraftan dünkü hâdiseler sırasında dükkân, mağaza ve evleri tahrip edilerek yakılan birçok rumların intihar ettikleri haber alınmıştır, ancak şehir içindeki semtlerle irtibat temin etmek güç olduğundan tafsilât alınamamıştır.
İstanbul, 7 (Telefonla) — Son nümayiş hâdiselerinden sonra bugün şehrimizde sükûnet hüküm sürmüştür. Bugün daha ziyade dün gece nümayişler sırasında yıkılan binaların enkazı ile dükkânlardan çıkarılan eşyaların molozları temizlenmesi ile meşgul olunmuştur. Bu temizleme faaliyetini halk saatlerce seyretmiştir.
Ayrıca sabahleyin evlerinden kalkıp işyerlerine gitmek üzere yola çıkan İstanbulluar, vasıta kullanma yasağı sebebiyle yaya gitmek mecburiyetinde kalmışlardır. Galata Köprüsü de yine sabah saat 8 e kadar açık tutulmuştur. Bundan sonra köprü kapanmış, vasıtaların çalışmasına müsaade edilmiştir. Bundan sonra molozlar temizlenmiştir.
ŞEHİRDEKİ ENKAZ
Şehrin Eminönü, Mahmutpaşa, Beyoğlu, Galata. Karaköy kısımlarındaki harabiyetin bu yüklüğü dikkati çekmekte idi. Meselâ Mahmutpaşa caddesinin 20-25 santim yüksekliğinde kumaş parçaları ile örtülü olduğu müşahede edilmiş, caddelerde yanmış veya ters çevrilmiş otomobiller görülmüş, Galata Köprüsü üzerinde frijder, çamaşır makineleri, gaz sobaları gibi eşyanın serili olarak durduğu görülmüştür.
Sabah saat 7 den ilân edilen örfi idare saat 8 de kaldırılmıştı. Fakat 7 den 8 e kadar örfî idare kumandanlığı tarafından bütün İstanbul gazetelerine bir tebligat yapılarak bugün gazete satışlarına müsaade edilmiyeceği bildirilmiş ise de saat 8 den sonra gazetelerin bugünkü nüshaları sansüre tabi tutulup bazı kısımları tadil edildikten sonra baskıya ve satışa izin verilmiştir. Bu yüzden İstanbul gazeteleri vaktinde okuyucuların eline geçememiştir.
İkinci bir emirle saat 19 dan itibaren tekrar örfî idare ilân edilmiştir. Bu defa ise yapılan tebliğde, saat 20 den itibaren İstanbul’da sokağa çıkmak yasaktır. Bu saatten sabah 6 ya kadar gazeteciler, posta ve telgraf müvezzileri müstesna kimse dışarı çıkamıyacaktır.
Nümayiş tahkikatına alakalılarca devam edilmiştir. 200 e yakın şahıs nezaret altına alınmıştır. Tahkikata devam onulmaktadır.
ANKARA'DA
Vekiller Heyeti toplantısı
Ankara, 7 (Telefonla) — Dün gece İstanbul ve İzmir’de vukubulan hâdise duyulur duyulmaz, şehrimizde bulunan Vekiller derhal bir toplantı yapmışlardır.
Vekiller, bugün sabah saat 11 de Vekiller Heyetinin toplantısında ' hazır bulunmak üzere İstanbul’a gitmişlerdir.
Ankara’da durum
Ankara, 7 (Telefonla) — İstanbul’daki ile kıyas edilmesine İmkân olmamakla beraber Ankara’da da dün gece yarısından sonra heyecanlı saatler geçirilmiştir. Fakat tedbirlerin zamanında alınmış bulunması, bilhassa şehrimizdeki rumların sayısının çok az olması sebebiyle hâdise büyümeden bastırılmıştır.
Gece yarısından sonra saat 1 de Ulus meydanında toplanan 50 kadar gencin «Kıbrıs Türktür» «Kahrolsunlar!...» , «öcümüzü alacağız!...» diye bağırmaları üzerine meydana derhal Emniyet kuvvetleri sevkedilmiş ve nümayiş yapmak isteyenler kısa zamanda dağılmıştır.
Fakat burada dağıtılan gençler, bu defa Cebeciye doğru çıkmışlar ve kafile konservatuvarın önünde 600 kişiyi bulmuştur. Başlarında Emniyet Müdür muavini ile birlikte bu bölgeye gelen polislere bu defa nümayişçiler tecavüz etmeğe başlamışlar. Emniyet Müdür muavininin hâdiseyi önlemek için kalabalığa hitaben yaptığı konuşma da fayda vermemiş ve nümayişçiler polislere taşlarla hücuma geçmişlerdir.
Polise hücum ediliyor
Civardan gelenlerin de iltihakı ile sayısı artan protesto kafilesi, konservatuvardan sonra Hukuk Fakültesi önüne gelmiş ve hâdiseyi yeniden önlemeğe çalışan polislere yine taşlarla tecavüz edilmiştir.
Bu arada 4 polis memuru ile 2 polis görevli jandarma yaralanmıştır. Polislerden Mustafanın yarası ağırcadır.
Neticede polis nümayişçilerden 400 kadarını su tehdidi ve göz yaşartıcı bomba ile Hukuk Fakültesi binasına sokmağa muvaffak olmuştur.
Fakülte içme doldurulan 400 kişi derhal ihtilâttan menedilmişler ve nezaret altına alınmışlardır. Ulus meydanında saat 1 de başlayan nümayiş; sabah saat 4,30 da böylece bastırılmış ve sabahleyin ayrıca 60 kişi de nezaret altına alınmıştır.
C. Savcısı ve bütün yardımcıları, saat 4,5 - 5 den itibaren işe el koymuşlar ve tahkikat aksam saat 17 ye kadar sürmüştür.
Tevkifler
Tahkikat sırasında 400 kişinin ifadesi alınmıştır. İfadeler alındıktan sonra elebaşılık et tikleri tesbit edilen 19 kişinin tevkifine karar verilmiş suçüstü mahkemesine verilen sanıklar akşamüzeri yargılanmışlardır.
Suçüstü savcılığı, iddiana meşinde, sanıkların umumi içtimalar kanunu hükümlerine aykırı hareket ederek idari makamlardan izin almaksızın miting tertip ettikleri ve ayrıca polise mukavemet ettiklerini bildirerek cezalandırılmalarını istemiştir.
Suçüstü mahkemesinde yargılanan sanıklar, verdikleri ifadelerde evlerinde veya kaldıkları talebe yurtlarında büyük bir gürültü ile uyandıklarını ve dışarıya çıktıkları zaman bomba hâdisesi dolayısı ile miting yapıldığını anladıklarını söylemişler ve topluluğa izin alınıp alınmadığını bilmeksizin katıldıklarını, polise mukavemet etmediklerini bildirmişlerdir.
Duruşma
Bundan sonra şahit olarak dinlenen 2 nci şube müdürü ve Çankaya kaymakamı, 19 suçludan 17 sinin polise mukavemet ettiklerini, diğer 2 sini tanımadığını bildirmişlerdir.
Bunun üzerine Müddeiumumî. iddianamesinde ısrar ederek sanıkların ceza muhakemeleri usulü kanununun 104 ncü maddesinin 3 üncü fıkrası gereğince cezalandırılmalarını istemiştir.
Bilahare hâkim, sanıklara kararı tefhim ederek bunlar dan Yüksel Altan ile Mustafa Caner'in suçlarını sabit görmediğinden tahliyelerine diğer 17 sanığın duruşmalarının mevkuf olarak devam etmesine, muhakemenin 21.9.1955 çarşamba gününe talikine karar vermiştir.
C. M. P. Genel Başkanının beyanatı
Ankara, 7 (Telefonla) — C. M. P. Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, İstanbul ve İzmir deki nümayiş hâdiseleri üzerine bir beyanat vermiştir.
Kıbrıs meselesinin umumi olarak safhalarını izah eden ve Kıbrıs rumlarının tahriklerini zikrederek hükümetin bu mevzudaki hareket tarzının muhalefet tarafından da tasviple karşılandığını hatırlatan Bölükbaşı, sözlerine şöyle son vermiştir:
«— Bütün bunlara rağmen Kıbrıs meselesi karşısındaki hükümet görüşünden Türk milletine has bir milli şuur tezahüratı içinde milletçe desteklediğimiz ve hâdiselerin dışarıda sükûnetle inkişafına intizar ettiğimiz bir sırada İstanbul ve İzmir’de cereyan eden kanunsuz olayları teessür ve teessüfle karşılamamama imkân yoktur. Millî ve vatani mevzularda gösterilmesi tabiî plan hassasiyetleri maşeri vicdanın infiallerini kanun dışı hareketlerin bir mazereti haline getirmek netice itibari ile bizzat milli ve vatanî menfaatlerimizle telâfisi mümkün olmayan bir hareket teşkil eder. Anayasanın, kanunlarımızın ve millî inkılâbımızın teminatı altında bulunan vatandaş haklarına vaki tecavüzleri takbih eden hükümet görüsüne tamamen iştirak ederiz.»
Adana'da :
Adana, 7 (Telefonla) — Selânikteki tecavüz hâdisesi bütün Güney Anadolu şehirlerin de olduğu gibi Adanada da derin bir infial uyandırmış ve bu menfur hareketi tel'in maksadiyle bugün saat 15 te bir nümayiş yapılmak istenmiştir. Vilâyet makamının uygun görmemesine rağmen ellerinde bayraklar ve Atatürkün büyük boyda portreleriyle saat 15 te Sümerbank fabrikası önünde yürüyüşe geçen gençler zabıta kuvvetleriyle dağıtılmışlardır.
Gençlerin arzularında ısrar etmeleri karşısında her hangi bir taşkınlığa meydan vermek istemeyen polis yıldırım ekipleri cop kullanmak zorunda kalmış ve ele başılar Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşlerdir. Haklarında da içtimaatı umumiye kanununa muhalif hareketten dolayı muamele yapılacak olan nümayişçi elebaşılar Atatürk âbidesine çelenk koymak ve saygı duruşu yapmak istediklerini, başka bir maksatları olmadığını beyan etmişlerdir. Yine Selanik hâdisesi ile alâkalı olarak şehrimizde sabahları çıkan altı günlük gazete bugün erken saatte tetkik edilmiş ve satışlarında hiçbir mahzur olmadığı anlaşılmıştır. Şehrimiz gazetelerinin hiçbirinin manşetinde İstanbul ve İzmir hâdiselerini tahrik ve teşvik edici herhangi bir ibare görülmemiştir. Ancak Adanaya her gün öğle üzeri uçakla gelen Ulus ve Tercüman gazetelerinin yalnız bu günkü nüshaları Ankarada alıkonulmuştur. Böylece Adanaya bugün yalnız Zafer gazetesi gelmiştir.
Lüzumsuz herhangi bir harekete mâni olmak maksadiyle şehrimizdeki polis iye jandarma karakolları tam kadro halinde günün her saatinde vazife görmektedirler. Adanalılar vukubulan hâdiseleri büyük bir olgunluk ve soğukkanlılıkla takip etmektedir. Türki ye aleyhtarlığı ile tanınmış Suriye gazetelerinin İstanbul ve İzmir hâdiselerini hasmane emellerin tezahürü şeklinde göstermiş olması, teessürle karşılanmıştır.
Kaynak: 8 Eylül 1955 Perşembe günlü Demokrat İzmir gazetesi haberi ve fotoğrafları
Millet-i hakime'nin 6-7 Eylül'ü
Ümit KIVANÇ, 5 Eylül 2014 Cuma
Yüzleşilemeyen iki günden:
"6 - 7 Eylül 1955 Planlanmış Kıyımı"ndan 210 fotograf"
6-7 Eylül Olayları ve devletin faş olması
Yılmaz Murat Bilican, 10 Eylül 2013 / T24http://geckal.blogspot.se/2014/09/yuzlesilemeyen-iki-gunden-6-7-eylul.html
Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçmişte kalkıştığı, ve sonradan "muhteşem bir örgütlenme" olarak anılan ve bir türlü hakkıyla yüzleşemediğimiz, bu nedenle de, yaşananlar ve sonuçları bakımından vicdanımızı derinden sızlatan "6-7 Eylül Olayları"nın 58. yıldönümündeyiz. [Bu yıl 59. HA] Başta planlananın çok ötesine sıçrayan, biraz da bu nedenle, tertipleyenlerin eline yüzene bulaştırdıkları ve devletin faş olmasına neden olan bir örgütlemedir 6-7 Eylül. Özellikle Istanbul ve İzmir’de, başta Rum’lar olmak üzere gayrimüslim vatandaşlara kabus gibi iki gün yaşatan bu olaylara, Türk ulus-devletinin kuruluş sürecinde uygulanan politikaların aslında bir devamı niteliğinde fakat, biraz aceleye gelmiş, sonuçları beklentileri aşmış bir örgütlenme olarak bakmak da mümkündür.

Ne oldu 6-7 Eylül 1955’te?
1955 yılına bakarsak, ülke gündemindeki en önemli madde Kıbrıs sorunudur. Grivas önderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamış, saldırılar kamuoyunda büyük bir öfkeye neden olmuştur. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmiş, Konferans 29 Ağustos’ta başlamış ve Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’yi temsilen yerini almıştır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşlarını ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, Hürriyet Gazetesi yazarı ve hükümetle yakın ilişkileri olan bir kişidir. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli İstihbaratla ilişkileri bilinmektedir. "Türkiye Türklerindir" alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan aleyhtarı yayın yürütmektedirler.
Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği ve konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini belirten telgrafı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, aslında olaylar için adeta başlat komutu verir. 5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Ortam oldukça sıcaktır.
Beklenen Kıvılcım Selanik’ten Gelir
6 Eylül günü öğlen saatlerinde radyolar, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını duyurdu. (Gerçekte bahçeye atılan küçük çaplı bir patlayıcı binanın iki camını kırmıştı sadece) Demokrat Parti ve Milli istihbaratla yakın ilişkide olan Istanbul Ekspres gazetesi, bu haberle normal tirajının çok üstünde baskı yapar. (Bunun için önceden kağıt stoğu yaptığı iddia edilmiştir)
Öğleden sonra ellerinde tek tip sopalarla harekete geçen gruplar Önce İstiklal’de gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya ve yağmalamaya başlarlar. Yağma kısa sürede, diğer semtlere de yayılır. Sonradan tanıkların anlattıkları, grup liderlerinin ellerinde listelerin olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini, bazı ev ve işyerlerinin önceden tebeşirle işaretlendiğini, cana zarar vermemek üzere uyarıldıklarını gösterir. (Bu sayede az can kaybı, bol tecavüz olmuştur.) Benzer eylemler İzmir’de de başlar. 6 Eylül gecesi olaylar artık çığırından çıkmıştır yağma ve zorbalık akıl almaz boyutlara ulaşmış ve kontrol kaybedilmiştir.
Hükümet 6 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan eder. Ama iş işten geçmiştir, yıllardır gayrimüslimlere karşı öfkeyle yetiştirilen kitleler, kontrolsüzlüğün ve yağmanın da tadını alınca durdurulamamışlar, saldırılar İstanbul’da 7 Eylül’de de aynı hızla devam etmiştir.
"Dozu kaçmış" bilanço
Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda, “Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü vardır.Yaralı sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür.
Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar.
ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar liradır. “ (Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin ‘muhteşem örgütlenmesi’,Taraf Gazetesi ,07.09.2008)
Hükümet olayların ardından özür dileyerek zararların ödeneceğini söyler, hemen ardından komünist avına başlar, tanınmış solcuları tutuklar fakat gelen tepkiler üzerine serbest bırakmak zorunda kalır. Dava gerçek suçlulara dokunamadan kapanır. 1960 darbesi sonrasında yeniden açıldığında ise devlet olup biteni, büyük bir öfkeyle yargıladığı siyasetçiler üzerine yıkarak kendini temize çıkarır.
Peki bu ilk miydi?
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Anadolu’nun Türk’leştirilmesi Kemalist ideoloji tarafından vazgeçilmez bir politika olarak benimsenmiş, yasalar ve uluslar arası sözleşmelerde bir takım azınlık hakları garanti edilmesine rağmen, yapılan mübadele anlaşmalarıyla azınlıklardan kurtulma, kalanlar için de yoğun bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Bütün politikalarını Türklük üzerine kuran devlet, modernleşme projelerinin ancak bu şekilde gerçekleşeceğini hesaplamıştır. Bu yaklaşım hem ekonomik hem de siyasal olarak, Türk olmayan azınlıkları engel olarak görmüştür. “Hükümetin özellikle ekonomi politikası alanında aldığı önlemler, Türk unsurun taşıyıcı öğe olarak düşünüldüğünü gösterir. Nitekim 1942 yılında yürürlüğe giren Varlık Vergisi, Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ekonomideki liderliğine son vermeyi hedeflemiştir. Devletin zorunlu göç ve iskân politikaları da bu homojenleştirme çabalarıyla bir arada değerlendirilmeli, dolayısıyla, 1934'teki, 'Trakya olayları' olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe sevk için yapılan saldırılar ile 1930'larda Kürtlere uygulanan iskân politikaları da bu bağlamda ele alınmalıdır. Aynı dönemde, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin Anadolu'nun merkezlerine ve ardından İstanbul'a göç ettirilmesinin amacı ise gayrimüslimleri tümüyle Anadolu'dan uzaklaştırıp İstanbul'da toplamaktır. 1946' da yazıldığı düşünülen bir CHP azınlık raporu bunu açıkça ifade eder. Rapora göre, 1950'lere kadar Anadolu, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmeli ve sonra İstanbul, Yunanistan'la olan bağları ve nüfusun çokluğu nedeniyle Rumlardan arındırılmalıydı.” (Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005)
Uygulanan bu politikaların sonraki yıllarda da bitmediğini, kesintisiz bir devlet politikası olarak hep devam ettiğini söylemek için bazı satır başları verebiliriz:1964 yılında Rum vatandaşların Yunanistan’a göçe zorlanması, 2000’li yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının önemli bir gündem maddesinin misyonerlik olması, Trabzon’da öldürülen rahip, Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki Zirve Yayınevi cinayetleri ve son olarak ortaya çıkan devletin Lozan’dan bu yana Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarını nüfus kayıtlarında numaralandırmış olması ve bu numaraların hala kullanılıyor olması...
Yazımızı, olayların yönünü ve boyutunu ve faillerini ele verecek alıntılarla bitirelim.
Canlı Tanıklar
"Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, iki yaşındaydı Lula. (Sarıyer) Yenimahalle'de yazlıktaydık. İstanbul'dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n'apalım derken artık karanlık da oldu. Arka tarafta bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula'yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hemen oda kapısını açtı. Türkçeyi Türk gibi konuşuyordu babam. 'Kırıyoruz' dedi, 'Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun' dedi, gelenler. 'Beni, karımı, kızlarımı öldürün' dedi babam. 'Yok, öldürmeye iznimiz yok' dediler, 'kırmaya iznimiz var.' İsmini sordular, 'Kemal' dedi babam. 'Afedersin, Kemal ağabey' deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki, 'Hangi Kemal? Bu Koço'dur, Rum'dur.' Tekrar geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde bir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, 'Kırın' diyordu babam, ne yapsın, 'kırın, atın, helal olsun, atın!' Kırdılar, vurdular, gittiler. Papazın kızlarını istediler. 'Burada yoklar' dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler."
Aynı saatlerde, F.S.'nin kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci'den yola çıkar. "O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci'den, Yenimahalle'ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı." (Tarihe Bin Canlı Tanık projesi kapsamında 74 yaşındaki ev kadını F.S. ile yapılan görüşmeden aktaran Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, s. 14-15)
“Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türktü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı. (A.g.e., s. 17)
“Yayamın evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.” (A.g.e., s. 19-20)
"Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrımüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, 'Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya'da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım' dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte... Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağrıma gitti.” (Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005)
İtiraf Gibi
Özel Harp Dairesi (ÖHD) başkanı, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulunda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleri:
“Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer Ö.H.D. olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? (...) Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al...
-Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı?
-Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
-E, evet Paşam!...”
(“Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991)
Yılmaz Murat Bilican / ybilican@aci.k12.tr / Kaynak: T24
O güne dair bir canlı tanıklık:
6-7 Eylül 1955’te yağma olaylarını katıldığını söyleyen ‘Eski İstanbul kabadayısı’ Mikdat Remzi Sancak o geceyi anlatıyor:
"Beyoğlu’nda ne kadar gayrimüslim varsa hepsinin dükkânlarına, evlerine daldık... Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da…"
FUNDA TOSUN
6-7 EYLÜL’ÜN BİLANÇOSU
6-7 Eylül 1955’te, Türkçe basına göre 11, bazı Yunanca kaynaklara göre 15 kişi öldürüldü.. Akademisyen Dilek Güven’e göre, ölü sayısının ‘az’ oluşu, gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir. Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayriresmî rakamlara göre 300 kişi yaralandı. Yine Güven’e göre resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan kadın sayısının, 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir. Aynı gün ve gece, 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul, yüzlerce mezar ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğradı.Sohbetimiz sırasında öğrendik ki, Mikdat Sancak’ın dedesi, Ermeni kıyımında ciddi rol oynayan çeteci İpsiz Recep’in en has adamlarındanmış. Karadeniz’in iki yakası arasında kaçakçılık yapan resmi tarihin kahramanlarından İpsiz Recep, 17 Ermeni’yi komitacı oldukları gerekçesiyle öldürdükten sonra, hapis yatmaktan kurtulmak için Milli Mücadele saflarına katılmıştı. Suça bilimum suça bulaşmış elemanlar gibi ona da cezasına münasip bir rütbe verildi.100 yıl üstündekiler subay, 15 yıl üstündekiler çavuş, 5 yıl üstündekiler ise er olarak Teşkilat-ı Mahsusa’ya alınırken, İpsiz Recep başarılarından dolayı yüzbaşı olarak onurlandırıldı. İşte bu İpsiz’in en has adamlarından birisi olan Hacıdedeoğlu Seyit, 70’lerin meşhur kabadayısı, 6-7 Eylül’de sokaktaki yağmaların katılımcısı Mikdat Bey’in dedesi. Milliyetçi bir ‘kabadayı’nın hikâyesinin, Türkiye’nin karanlık tarihiyle olan bağı için ‘tesadüf’ denilebilir mi sizce?
Geçtiğimiz yıl umreye, bu yıl da hacca giden ve imanlı bir Müslüman olduğunu her fırsatta dile getiren Sancak, “Trabzon Sürmele’liyiz. Yedi göbekten Türk’üz. Ben biraz Rumca bilirim ama Laz değiliz. Kanımız, soyumuz belli. Sancak ailesi olarak sadece İstanbul’da 500 aile var. Yani bizim sülaleyi toplasan bir ilçe olur. Mütareke yıllarında haber gönderdi Atatürk. Ne kadar adam çıkartabilirsiniz dedi. İş fena tabii. Topal Osman ‘beş bin tüfekliyle emrindeyim’ dedi. Başkası ‘üç bin adam getirim’ dedi. İpsiz Recep’e sordu, ‘kaç kişi’ dedi. O dedi ki, ‘ben işimi bilirim, bir tüfeğim bir ben yeterim. Sonra benim dedem de katıldı Recep’in ekibine. En has adamı oldu. Biz böyle bir köklü aileyiz işte. İpsiz Recep’in torunlarıyız bir anlamda.”
6-7 Eylül: Galeyana geldik
O sıralar denizcilikle uğraşan Mikdat Remzi, muhallebi yerken ‘rastgelir’ 6-7 Eylül güruhuna. Ve tıpkı dedesi gibi, canhıraş bir şekilde yerini alır milli davada: “Ben o sıralar İstanbul’da yeni sayılırım. Denizciydim. Mal taşırdım. Haydarpaşa Garı’ndan Eminönü haline. Tesadüfen, o gün memleketten gelen bir arkadaşla Tophane’de muhallebi yiyorduk. Baktık insanlar koşuyor. Ortalık karıştı. Duyduk ki Atatürk’ün evine bomba atmışlar. Millet galeyana geldi tabii. Dükkânların camlarını kırıp içerde ne var ne yok alıyorlardı. Polisler de vardı ‘kırın, saldırın!’ diye bağırıyorlardı. Biz de katıldık, napalım?
Ne kadar Rum, Ermeni, Süryani, Musevi varsa hepsinin dükkânlarına girdik, evlerine daldık. Öyle bir kargaşa vardı ki, İstiklal caddesinde iki gün tramvay çalışamadı. Yola kumaşlar, perdeler, eşyalar atılmıştı. Bir ara baktım bir kuyumcu dükkânına saldırıyorlar. Ben de karıştım aralarına, vitrinde ne var ne yoksa doldurdum koynuma. Küpe, müpe, altın… Epey bir süre sonra gece 12 civarı asker geldi, biz kaçıştık. Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da…
Öyleydi, bir kargaşa olmuştu ki herkes ne çarptıysa kaldırdı. Düşün, o zaman tramvaylar 3 kuruş. Yozgatlı bir köylü vatmana bilet parası vermek için elini cebine atıyor. Bir tane binlik çıkartıyor. Vatman, ‘bozamam’ diyor. Adam tekrar elini atıyor, cebine bir binlik daha çıkartıyor. Köylü adam, bilmiyor ki parayı. Bir kere daha, bir kere daha, bitmiyor. Vatman polis çağırdı. Adamın üzerinden 40 tane binlik çıktı. Aslında olanlar olacak iş değildi.”
Çorum katliamı ve ASALA ‘temizliği’!
Mikdat Remzi hayatın doğru yolla çalışarak kazanamayacağına karar verir ve kendi deyişiyle “faili meçhul” işlere girer.1980 darbesinin ardından uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hapse girer. Kendi deyişiyle hapse girer ama mahpusluk yaşamaz. Çünkü, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan subaylardan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız çok yakın “dostudur” Sancak’ın. Bir de bir tuğgeneralden bahsediyor Sancak, ismini vermeden. Çorum katlimı sırasında Çorum’dadır. Tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi hikayeleştiriyor bu katliamı da: “Galeyana geldik, 105 kişi öldü.”
Yeraltı dünyasının önemli isimlerinden biri haline gelmiş zamanla. Ama mesele hiçbir zaman sadece mafyavari işlerle sınırı kalmıyor. ‘Milli’ meselelerle olan ilişki de hiç kopmuyor: “Dündar Kılıç bizim elimizde büyüdü, her şeyi bizden öğrendi. Ağansoy, Çakıcı bizim yanımızda kumarhanede kapı açan çocuktu. Hükümet birer bant verdi, bunlara. Bazı görevler verdi, vatan için ve ‘Eğer muvaffak olmadan yakalanırsan seni tanımayız’ dedi. Yurt dışında bizim konsolosları, elçileri öldürüyorlardı, o zamanlar. Devlet ne yapacak? Çete gönderecek, resmi askerini polisini gönderemez ya. Bunlar toplanıp gitti. Yunanistan’da İran’da kampları temizleyip geldiler, Ermenileri duman ettiler. Ermeniler demeyelim ASALA diyelim. Bütün Ermenilere mal edemem ASALA’yı. Neyse, hallettiler işi bizimkiler, hiçbir zayiyat da vermediler üstelik. Sonra ne yaptı devlet, kelleyi koltuğuna almış vatan için savaşmış bu adamları kaldırıp attı. Sonra sahip çıkmadı devlet bunlara. Bunlar da kendi işlerine baktılar. Yolarını buldular… Ben seksen darbesinde içeri alındım. İftira ettiler. Uyuşturucu kaçakçılığından yattım. İftira ama benim bazı faili meçhullerim vardı. Allah verdi bence o cezayı bana. Kestiler 14 yıl ceza. Ama yattım diyemem, rahattım. İstediğim vakit içeri girer, istediğim vakit çıkardım. Kimse karışamazdı bana. Çıkarken dışarı gardiyan falan vermezlerdi yanıma. Cezaevi müdürü falan yalan yani. Bir başsavcı vardı benden yukarda, gerisi hikâye... Çünkü bizim çok yakın bir akrabamız generaldi. Çorum olayları sırasında da Çorum’daydım. Bir sürü Alevi insan öldürüldü. ‘Aleviler camiyi yaktı’ diye duyduk, galeyena gelindi sonra 105 Alevi öldürüldü. Ben severim Alevileri, bizim Sünnilere göre daha açık kafalı, daha akıllıdırlar. Kadınları bizimkiler gibi yobaz değildir. İşte o zamanda bir sürü insanı öldürdüler. Yine bizim halk galeyana geldi. Aleviler iyi insanlar. Kürtler de iyidir ama üzüyorlar bizi. Ben de bir kitap var ‘28. İsyan’ diye. Yani bu mesele öyle yeni bir mesele değil. Bu ayrı gayrılık seksen yıllık hikâye. Kıyım olmadan altından kalkamayız bu işin… Neyse, darbeden sonra cezaevlerine Atatürk büstleri konması ve özlü Türk sözleri yazılması kural oldu. Çorum’da yoktu bu işi yapacak zanaatkar adam. Ben yaptım cezaevindeki Atatürk büstünü. Altına da ‘Türk, Öğün, Çalış, Güven’ diye yazdım.”
Kocası gayrimüslimdi, kaçırdım!
Mikdat Remzi Sancak dört evlilik yapmış. Daha doğrusu üç kadın kaçırmış. Bu üç kadının ortak özelliği Türk olmamaları. Sancak’ın dördüncü eşi, Stalin’in iktidarında Kremlin Sarayı’nda kalan Anna Simonovna Sakalova’nın kızı. Sakolova ise İnönü zamanında Sümerbank fabrikalarının kurulması için 65 genç arasındaki Ata İpekyılmaz’a aşık olup Türkleşen Yüksel İpekyılmaz.
Sakolova’nın aşk hikâyesini 2001 tarihli Hürriyet gazetesi şöyle anlatıyor: “Hayri Bey (Sümerbank Genel Müdürü) bizim için İsmet İnönü ve Politbüro üyesi Kalinin’in buluşmasını sağladı. Kalinin, bana ‘Evlenecek başkasını bulamadın mı?’ diye sordu. İnönü ise epey caydırmaya çalıştıktan sonra, ‘Seninle başa çıkılmaz. Tek şart koşuyorum, Müslüman olacaksın’ dedi. Kabul ettim. İnönü Türkiye’ye girmem için gereken belgeyi Kremlin’de imzalayıp verdi.”
Sancak ise işte bu Sakolova’nın kızı Müjgan’ı kaçırışını şöyle anlatıyor: “İlkinde Siirt’li bir Arap kızını kaçırdım. 16 yaşındaydı. Bir yıl falan sürdü. Sonra bir Arnavut’la evlendim. O da kısa sürdü. Üçüncüsünde amcamın kızını aldı. O da bir buçuk yıl kadar sürdü. Ama esas hanım benim başkaydı. Kırk bir yıl sürdü onunla evliliğim. Bir gün bizim lunaparka bir kadın geldi. Ama ne kadın! Çok güzel, kültürlü de üstelik. Yeşilköy güzellik yarışmasında birinci olmuş, yüzücü falan. Kadın evli, kocası gayrimüslim, iki de çocuğu var. Kadın da ecnebi, Rus. Benim kayınpeder Kremlin’den kaçırmış kayınvalideyi. Ben de kızını kaçırdım Yeşilköy’den. Evli, mevli ama kim takar? Kocasının maddi durumu yoktu. Kocası bir şey yapamadı tabii. Nasıl karşı gelecek bana. O zaman bütün Yeşilköy benim kontrolümdeydi. Burada bir lunapark vardı benim. Oraya her gün çuvallarla para taşırdım. Çekip gitti, adamcağız. Tamam, ben yaptığımın doğru olduğunu söylemiyorum, ama gençlik. Dinen de yasak ama Allah affeder.”
‘Gayrimüslimler bana sığındı’
“Ben geldiğimde buraya bir tane Türk Müslüman adam yoktu. Hepsi ecnebiydi. 5 tane araba vardı. Biri Madam’ın arabası, bir jipti… Yeşilköy’de beni herkes tanır, sever. Gayrimüslimler daha çok sever. Yeşilköy’deki Katolik kilisesinin inşaatında bile emeğim vardır. 1974 yılında Kıbrıs çıkarması oldu. O zaman Polat sitesi ünlüydü. Orada oturuyorum. Eve gittim. Hanımın bütün Rum arkadaşları korkmuşlar, bize gelmiş, Remzi abinin evinde bize bir şey yapamazlar diye düşünmüşler. Doğruydu da, buraların asayişi benden sorulurdu. Karakol benden sonra gelirdi. Herkesi misafir ettik, kapıya da silahlı bir adam diktim. Kaldılar bir süre. Sonra sürdüler kimilerini, Yunanistan’a falan gittiler işte.”
O da bu kalabalığın arasındaydı
Katliamın yaşandığı gece, İstanbul sokaklarında on binlerce kişiden oluşan bir kalabalık, gayrimüslimlere ait ev, işyeri ve kurumlara saldırdı. Mallar yağma ve talan edildi, cinayetler işlendi, kadınlara tecavüz edildi. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı iddiasıyla başlayan olaylar sonrasında, binlerce gayrimüslim, Türkiye’de kendileri için yaşama imkânı kalmadığına inanarak, binlerce yıllık memleketlerini terk etmek zorunda kaldı.
Atatürk'ün Selanik'teki evine bombayı attığı belirlenen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin, Türkiye’de bürokraside görev aldı. 22 Şubat 1992-18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliğine getirildi. Olaylar sırasında Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu'na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” demecini verdi.
(Bu söyleşi 9 Eylül 2011 tarihinde Agos’ta yayımlanmıştır.)
6-7 Eylül 1955 olaylarının İzmir bilançosu
8 Eylül 1955 Perşembe günü yayınlanan Demokrat İzmir gazetesinin “Nümayişlerin son bilançosu” başlığı altında konuyla ilgili olarak yayınladığı haberi olduğu gibi bilginize sunuyoruz.
http://www.yurtsuz.net/News.aspx?newsid=1697
Nümayişlerin son bilançosu
İstanbulda 400 den fazla yaralı, 34 ölü ve meçhul intihar hadisesi var. Şehrimizde tahribatın iki milyon civarında olduğu söyleniyor.
Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve Yunanlılar tarafından bomba konduğu haberi üzerine, İstanbulda ve şehrimizde çıkan hâdiseler malûmdur. Bu sebep ile şehrimizde vukubulan zarar ve ziyanı tesbit için yaptığımız tahkikattan aşağıdaki neticeleri almış bulunmaktayız:
İzmir
Yunan pavyonunda
Pavyonu açacak Yunan delegasyonu, hâdiseden bir gün evvel, Fuar Müdürlüğüne, pavyonun ayın onunda açılacağını kat'i surette bildirmiştir. Bu maksat ile Selânik'e ait bir sandık propaganda broşürü, bir miktar sakız ve jileti pavyona getirmiş bulunuyorlardı. İki sene sonra Fuar Müdürlüğüne geçecek olan pavyonun değeri yüz elli bin liradır. Halen pavyondan istifade edilecek bir taraf kalmamıştır denilebilir. Kalan enkaz üzerinde Türk bayrağının resimleri, «Kıbrıs Türktür», «Yasasın Türk Kıbrıs» gibi ibareler bulunmaktadır.
Yunan konsoloshanesi:
Evvelce Atatürk caddesinde, İtalyan ve Almanya konsolosluk binaları arasında bulunan Yunan konsoloshanesi, hâ disenin vukubulduğu geceden iki gün evvel, yine Atatürk caddesinde 308 numaralı bina ya taşınmış bulunmaktaydı. Nakil iii ikmal edilememiş olduğundan konsoloshaneye eşyanın mühim bir kısmı hâdise gecesi eski binada buluyordu. Yeni Yunan konsolosluk binasının değeri iki yüz bin lira civarında olup bina, sahibi Necati Şeşbeş tarafından yetmiş bir bin lira sarf ile yeniden tamirat ve tadilâta tabi tutulmuştu.
Tahrip edilen dükkânlar:
Enternasyonal Fuar münasebeti ile Konak Meydanındaki şeref direklerine çekilmiş bulunanecnebi devlet bayraklarından Yunan bayrağının gençlik tarafından indirilmesi hâdisesinin devamı olarak şehrin muhtelif yerlerindeki Yunanlılara ait dükkân ve evler nümayişçiler tarafından tahrib edilmiştir.
Alsancakta, Mesudiye caddesinde Niko ve İlya adlı şahıslara ait bakkal dükkânı, yine Mesudiye caddesinde Vasİli adlı şahsın müsteciri bulunduğu İstanbıl Pastahanesi, AIsancak pazar verinde bir bisiklet tamirhanesi, bir çiçekçi dükkânı ile boş bir halde bulunan bir pastacı dükkânı ve içindeki eşyalar nümayişçiler taralından tahrip edilmiş ve dükkânların içinde bulunan eşyalardan bir kısmı da caddelere çıkarılarak ateşe verilmiştir.
Tahrip edilen evler:
Başta, doktor Halikopolo, tüccar Andre Kaponi, Nato'da vazifeli binbaşı Manzarlisin evleri ve dükkânları yıkıp yakılarak muhtelif yerlerde, Yunanlılara ait 14 ev kısmen tahrip edilmiş ve bu evlerin eşyaları evlerden dışarı atılarak kısmen yakılmış ve kısmen de tamamen işe varamaz bir hale getirilmiştir.
Otomobiller yakılıyor!
Yunan pavyonunu, konsoloshanesini. Yunanlılara ait evleri ve dükkânları yıkıp, yakmakla heyecanlarını teskin edemeyen nümayişçiler gecenin geç saatlerinde, şehrimiz deki Yunanlılara ait otomobilleri tahrib etmeye başlamışlardır.
İlk olarak, şehrimizde, Domuzcu Dimitri namı ile mâaruf şahsın sahibi bulunduğu 1013 numaralı otomobil Atatürk caddesinde, benzin depo su ateşe verilmek sureti ile tutuşturulmuş ve bu hamseyi 5 arabanın daha yakılarak tahrip edilmesi takip etmiştir. Yakılan arabalardan ikisi denize atılmıştır.
Bu hâdiselerin cereyanı sırasında bir kısım nümayişçiler tarafından, Çocuk Hastanesi yanında bulunan kilise ile Alsancaktaki ingiliz kültür heyeti binasını tahrip etmişler ve kilisede yangın çıkarmışlardır.
Zarar bilançosu:
Bütün bu hâdiseler netice sinde husule gelen zarar ve ziyanın hayli kabarık bir yekûn tuttuğu tahmin edilmektedir.
Salahiyetli makamlardan aldığımız malûmata göre bir gecede şehrimizde husule gelen zararın yekûnu iki milyon lira civarındadır.
İki gazeteci tevkif edildi
Diğer taraftan aziz Atatürk’ün Selanikteki evine bomba atılması hadisesine dair verdiği haber halkı nümayişe teşvik eder mahiyette görüldüğü için şehrimizde münteşir Gece Postası Gazetesi mensuplarından Nuri Erdol ile Abbas Çetin tevkif edilmişlerdir.
Halen tevkif olunanların miktarı, 15 kişidir. Evvelce nezaret altında tutulanlar serbest bırakılmışlardır.
İSTANBUL'DAKİ DURUM
İsttanbul, 7 (Hususi)- Yunanlılar tarafından evvelki gece Selanik’te Aziz Atatürk’ün evine ve Selanik konsolosluk binamıza bomba ile yapılan menfur tecavüz hadisesinden dolayı İstanbul'da dün öğleden sonra husule gelen feveran gece sabaha kadar devam etmiş ve alınan bütün önleyicii tedbirlere rağmen halkın heyecanı bir türlü yatıştırılamamış ve maalesef bu çok müessif hâdiseler vuku bulmuştur.
Gittikçe artan heyecan ve hâdiseler karsısında sükûnetin temini için nihayet hükümet dün gece İstanbul ve İzmir şehirlerinde örfi idare ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu arada muazzam bir kalabalık tarafından yer yer çıkarılmakta olan yangınların sonunun alınması için gece saat 24 den sonra İstanbul şehrinin bütün elektrik cereyanları kesilmiş ve bir taraftan itfaiye, bir taraftan askeri birlikler ve bir taraftan da zabıta kuvvetleri sabahın erken saatlerine doğru nümayişçileri teskin etmeğe muvaffak olmuşlardır.
Diğer taraftan tamamen bir harabeye donen İstanbul şehrinde bugün sabahtan ıtibaren hayat tamamen felce uğramış ve muhtelif semtlerdeki bazı Türk bakkaliye dükkânlarından başka da hiçbir gıda maddesi satan dükkan açılmamış ve açılanlar da kısa zamanda ellerindeki malları sattıklarından kapatarak evlerine dönmüşlerdir.
Ana caddeler ve diğer bütün cadde ve sokaklar dün gece tahrip edilerek yakılan mağaza ve dükkânların eşya ve malzemeleri ile dolu olduğundan uzun zaman vesaiti nakliye çalışamamış otobüs ve tramvay şirketi ameleleri sabahın erken saatlerinden itibaren yolların temizlenmesi için faaliyete geçirilmiştir. Ancak öğleden sonra saat 16 sıralarında tek tük tramvay arabaları çalışmağa başlamışlardır.
Dünkü hâdiseler sırasında asayişin temini maksadı ile ordu birliklerinden yardım talep edildiğinden buğun sabahın erken saatlerinden İtibaren bütün ana cadde ve yol kavşaklarında zırhlı birlikler ve tanklar devriye gezmeğe başlamışlar ayrıca askerî birlikler ve motorize birlikleri, İstanbul cadde ve sokaklarını baştan başa dolaşarak herhangi bir hadisinin vukuu İhtimali karşısında hazır bulundurulmuşlardır. Aksam saat 20 sıralarında muhtelif kışlalardan celbedilen motorlu toplar da şehrin belli başlı yerlerine yerleştirilmiş ve emniyet tertibatı takviye edilerek devriyeler sıklaştırılmıştır.
Diğer taraftan sokaklarda gezmek âdeta imkânsızlaşma esasen hiç vasıta işlemediğinden ve her sokak basında motorlu ve yaya askeri devriyeler gezdiğinden kimse evinden çıkıp işine gidememiştir. Bu arada bilhassa öğleden sonra şehirde bir gıda maddesi ve ekmek sıkıntısı bas göstermiş ve halk fırınlara hücum ederek ekmek temini İçin camlarını çerçevelerini indirmişlerdir. Bilhassa akşama doğru bütün fırınlar kapanmış ve birçok semtler ekmek siz ve yiyeceksiz kalmışlardır.
Bundan başka öğleye doğru saat 11 sıralarında henüz bilinmeyen bir sebepten şehrin suyu da kesilmiş olduğundan halk çok müşkül vaziyette kalmıştır. Gecenin geç saatlerine kadar arıza giderilemediğinden şehre su vermek imkânı hasıl olmamıştır.
Dün gece ilân edilen ve sabahleyin kaldırıldıktan sonra bilâhare tekrar vazedilen örfi idare hâlen yürürlükte olduğundan şehirde tam bir sükûnet hüküm sürmektedir.
Diğer taraftan dün geceki tahribat ve zayiatın yekûnları resmî olmamakla beraber peyderpey alınmaktadır. Bilhassa dün gece geç vakit şehrin muhtelif yerlerinde 24 tane Rum kilisesi ateşe verilmiş bunlardan bir kısmı tamamen yanmış, bir kısmı ise kısmen yandıktan sonra söndürülebilmiştir. Söndürme ameliyesi sırasında nümayişçiler tarafından hortumlar kesildiğinden itfaiye müşkül vaziyette kalmıştır.
Yine dünkü hâdiseler sıramda 400 den fazla muhtelif yaralı olduğu ve bu arada ölü adedinin 34 e baliğ olduğu anlaşılan haberler meyanındadır. Bu arada münferit vakalar olduğu da bildirilmekte olup Eminönünde dünkü hâdiseleri takbih eden bir Rum genci, birkaç şahıs tarafından iyice tartaklanmış ve koma halinle hastahaneye kaldırılmıştır. Rum gencinin bilâhare öldüğü haberi çıkmışsa da netice öğrenilememiştir.
Dünkü hâdiselerle ilgili oldukları sanılan 1300 kişi bugün öğleye kadar toplanarak nezaret altına alınmışlar ve diğerlerinin yakalanması için gerekli tertibat alınmıştır.
Diğer taraftan dünkü hâdiseler sırasında dükkân, mağaza ve evleri tahrip edilerek yakılan birçok rumların intihar ettikleri haber alınmıştır, ancak şehir içindeki semtlerle irtibat temin etmek güç olduğundan tafsilât alınamamıştır.
İstanbul, 7 (Telefonla) — Son nümayiş hâdiselerinden sonra bugün şehrimizde sükûnet hüküm sürmüştür. Bugün daha ziyade dün gece nümayişler sırasında yıkılan binaların enkazı ile dükkânlardan çıkarılan eşyaların molozları temizlenmesi ile meşgul olunmuştur. Bu temizleme faaliyetini halk saatlerce seyretmiştir.
Ayrıca sabahleyin evlerinden kalkıp işyerlerine gitmek üzere yola çıkan İstanbulluar, vasıta kullanma yasağı sebebiyle yaya gitmek mecburiyetinde kalmışlardır. Galata Köprüsü de yine sabah saat 8 e kadar açık tutulmuştur. Bundan sonra köprü kapanmış, vasıtaların çalışmasına müsaade edilmiştir. Bundan sonra molozlar temizlenmiştir.
ŞEHİRDEKİ ENKAZ
Şehrin Eminönü, Mahmutpaşa, Beyoğlu, Galata. Karaköy kısımlarındaki harabiyetin bu yüklüğü dikkati çekmekte idi. Meselâ Mahmutpaşa caddesinin 20-25 santim yüksekliğinde kumaş parçaları ile örtülü olduğu müşahede edilmiş, caddelerde yanmış veya ters çevrilmiş otomobiller görülmüş, Galata Köprüsü üzerinde frijder, çamaşır makineleri, gaz sobaları gibi eşyanın serili olarak durduğu görülmüştür.
Sabah saat 7 den ilân edilen örfi idare saat 8 de kaldırılmıştı. Fakat 7 den 8 e kadar örfî idare kumandanlığı tarafından bütün İstanbul gazetelerine bir tebligat yapılarak bugün gazete satışlarına müsaade edilmiyeceği bildirilmiş ise de saat 8 den sonra gazetelerin bugünkü nüshaları sansüre tabi tutulup bazı kısımları tadil edildikten sonra baskıya ve satışa izin verilmiştir. Bu yüzden İstanbul gazeteleri vaktinde okuyucuların eline geçememiştir.
İkinci bir emirle saat 19 dan itibaren tekrar örfî idare ilân edilmiştir. Bu defa ise yapılan tebliğde, saat 20 den itibaren İstanbul’da sokağa çıkmak yasaktır. Bu saatten sabah 6 ya kadar gazeteciler, posta ve telgraf müvezzileri müstesna kimse dışarı çıkamıyacaktır.
Nümayiş tahkikatına alakalılarca devam edilmiştir. 200 e yakın şahıs nezaret altına alınmıştır. Tahkikata devam onulmaktadır.
ANKARA'DA
Vekiller Heyeti toplantısı
Ankara, 7 (Telefonla) — Dün gece İstanbul ve İzmir’de vukubulan hâdise duyulur duyulmaz, şehrimizde bulunan Vekiller derhal bir toplantı yapmışlardır.
Vekiller, bugün sabah saat 11 de Vekiller Heyetinin toplantısında ' hazır bulunmak üzere İstanbul’a gitmişlerdir.
Ankara’da durum
Ankara, 7 (Telefonla) — İstanbul’daki ile kıyas edilmesine İmkân olmamakla beraber Ankara’da da dün gece yarısından sonra heyecanlı saatler geçirilmiştir. Fakat tedbirlerin zamanında alınmış bulunması, bilhassa şehrimizdeki rumların sayısının çok az olması sebebiyle hâdise büyümeden bastırılmıştır.
Gece yarısından sonra saat 1 de Ulus meydanında toplanan 50 kadar gencin «Kıbrıs Türktür» «Kahrolsunlar!...» , «öcümüzü alacağız!...» diye bağırmaları üzerine meydana derhal Emniyet kuvvetleri sevkedilmiş ve nümayiş yapmak isteyenler kısa zamanda dağılmıştır.
Fakat burada dağıtılan gençler, bu defa Cebeciye doğru çıkmışlar ve kafile konservatuvarın önünde 600 kişiyi bulmuştur. Başlarında Emniyet Müdür muavini ile birlikte bu bölgeye gelen polislere bu defa nümayişçiler tecavüz etmeğe başlamışlar. Emniyet Müdür muavininin hâdiseyi önlemek için kalabalığa hitaben yaptığı konuşma da fayda vermemiş ve nümayişçiler polislere taşlarla hücuma geçmişlerdir.
Polise hücum ediliyor
Civardan gelenlerin de iltihakı ile sayısı artan protesto kafilesi, konservatuvardan sonra Hukuk Fakültesi önüne gelmiş ve hâdiseyi yeniden önlemeğe çalışan polislere yine taşlarla tecavüz edilmiştir.
Bu arada 4 polis memuru ile 2 polis görevli jandarma yaralanmıştır. Polislerden Mustafanın yarası ağırcadır.
Neticede polis nümayişçilerden 400 kadarını su tehdidi ve göz yaşartıcı bomba ile Hukuk Fakültesi binasına sokmağa muvaffak olmuştur.
Fakülte içme doldurulan 400 kişi derhal ihtilâttan menedilmişler ve nezaret altına alınmışlardır. Ulus meydanında saat 1 de başlayan nümayiş; sabah saat 4,30 da böylece bastırılmış ve sabahleyin ayrıca 60 kişi de nezaret altına alınmıştır.
C. Savcısı ve bütün yardımcıları, saat 4,5 - 5 den itibaren işe el koymuşlar ve tahkikat aksam saat 17 ye kadar sürmüştür.
Tevkifler
Tahkikat sırasında 400 kişinin ifadesi alınmıştır. İfadeler alındıktan sonra elebaşılık et tikleri tesbit edilen 19 kişinin tevkifine karar verilmiş suçüstü mahkemesine verilen sanıklar akşamüzeri yargılanmışlardır.
Suçüstü savcılığı, iddiana meşinde, sanıkların umumi içtimalar kanunu hükümlerine aykırı hareket ederek idari makamlardan izin almaksızın miting tertip ettikleri ve ayrıca polise mukavemet ettiklerini bildirerek cezalandırılmalarını istemiştir.
Suçüstü mahkemesinde yargılanan sanıklar, verdikleri ifadelerde evlerinde veya kaldıkları talebe yurtlarında büyük bir gürültü ile uyandıklarını ve dışarıya çıktıkları zaman bomba hâdisesi dolayısı ile miting yapıldığını anladıklarını söylemişler ve topluluğa izin alınıp alınmadığını bilmeksizin katıldıklarını, polise mukavemet etmediklerini bildirmişlerdir.
Duruşma
Bundan sonra şahit olarak dinlenen 2 nci şube müdürü ve Çankaya kaymakamı, 19 suçludan 17 sinin polise mukavemet ettiklerini, diğer 2 sini tanımadığını bildirmişlerdir.
Bunun üzerine Müddeiumumî. iddianamesinde ısrar ederek sanıkların ceza muhakemeleri usulü kanununun 104 ncü maddesinin 3 üncü fıkrası gereğince cezalandırılmalarını istemiştir.
Bilahare hâkim, sanıklara kararı tefhim ederek bunlar dan Yüksel Altan ile Mustafa Caner'in suçlarını sabit görmediğinden tahliyelerine diğer 17 sanığın duruşmalarının mevkuf olarak devam etmesine, muhakemenin 21.9.1955 çarşamba gününe talikine karar vermiştir.
C. M. P. Genel Başkanının beyanatı
Ankara, 7 (Telefonla) — C. M. P. Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, İstanbul ve İzmir deki nümayiş hâdiseleri üzerine bir beyanat vermiştir.
Kıbrıs meselesinin umumi olarak safhalarını izah eden ve Kıbrıs rumlarının tahriklerini zikrederek hükümetin bu mevzudaki hareket tarzının muhalefet tarafından da tasviple karşılandığını hatırlatan Bölükbaşı, sözlerine şöyle son vermiştir:
«— Bütün bunlara rağmen Kıbrıs meselesi karşısındaki hükümet görüşünden Türk milletine has bir milli şuur tezahüratı içinde milletçe desteklediğimiz ve hâdiselerin dışarıda sükûnetle inkişafına intizar ettiğimiz bir sırada İstanbul ve İzmir’de cereyan eden kanunsuz olayları teessür ve teessüfle karşılamamama imkân yoktur. Millî ve vatani mevzularda gösterilmesi tabiî plan hassasiyetleri maşeri vicdanın infiallerini kanun dışı hareketlerin bir mazereti haline getirmek netice itibari ile bizzat milli ve vatanî menfaatlerimizle telâfisi mümkün olmayan bir hareket teşkil eder. Anayasanın, kanunlarımızın ve millî inkılâbımızın teminatı altında bulunan vatandaş haklarına vaki tecavüzleri takbih eden hükümet görüsüne tamamen iştirak ederiz.»
Adana'da :
Adana, 7 (Telefonla) — Selânikteki tecavüz hâdisesi bütün Güney Anadolu şehirlerin de olduğu gibi Adanada da derin bir infial uyandırmış ve bu menfur hareketi tel'in maksadiyle bugün saat 15 te bir nümayiş yapılmak istenmiştir. Vilâyet makamının uygun görmemesine rağmen ellerinde bayraklar ve Atatürkün büyük boyda portreleriyle saat 15 te Sümerbank fabrikası önünde yürüyüşe geçen gençler zabıta kuvvetleriyle dağıtılmışlardır.
Gençlerin arzularında ısrar etmeleri karşısında her hangi bir taşkınlığa meydan vermek istemeyen polis yıldırım ekipleri cop kullanmak zorunda kalmış ve ele başılar Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşlerdir. Haklarında da içtimaatı umumiye kanununa muhalif hareketten dolayı muamele yapılacak olan nümayişçi elebaşılar Atatürk âbidesine çelenk koymak ve saygı duruşu yapmak istediklerini, başka bir maksatları olmadığını beyan etmişlerdir. Yine Selanik hâdisesi ile alâkalı olarak şehrimizde sabahları çıkan altı günlük gazete bugün erken saatte tetkik edilmiş ve satışlarında hiçbir mahzur olmadığı anlaşılmıştır. Şehrimiz gazetelerinin hiçbirinin manşetinde İstanbul ve İzmir hâdiselerini tahrik ve teşvik edici herhangi bir ibare görülmemiştir. Ancak Adanaya her gün öğle üzeri uçakla gelen Ulus ve Tercüman gazetelerinin yalnız bu günkü nüshaları Ankarada alıkonulmuştur. Böylece Adanaya bugün yalnız Zafer gazetesi gelmiştir.
Lüzumsuz herhangi bir harekete mâni olmak maksadiyle şehrimizdeki polis iye jandarma karakolları tam kadro halinde günün her saatinde vazife görmektedirler. Adanalılar vukubulan hâdiseleri büyük bir olgunluk ve soğukkanlılıkla takip etmektedir. Türki ye aleyhtarlığı ile tanınmış Suriye gazetelerinin İstanbul ve İzmir hâdiselerini hasmane emellerin tezahürü şeklinde göstermiş olması, teessürle karşılanmıştır.
Millet-i hakime'nin 6-7 Eylül'ü
Ümit KIVANÇ, 5 Eylül 2014 Cuma
Bize bebek arabası lazım değil ki. Bayrak lazım, Atatürk resmi lazım. Selanik'te "Ata'nın evi bombalandı" tezgahı çevirecek Millî İstihbarat Teşkilatı lazım. Ayağında doğru dürüst çarık olmayan köylüleri kamyonlara doldurup şehre, pırıl pırıl vitrinli dikkânlarıyla kimbilir nasıl bir şeytanî âlem kurmuş gâvurları kırmaya götüren Özel Harp Dairesi lazım. Asker vesayetine karşı ilk bayrağı açmış, fakat her nedense bir İttihatçı komitacının başkanlığında kurulmuş olan, İstanbul'u Türkleştirmek, Müslümanlaştırmak için uğraşan Demokrat Parti lazım. Devletin her ölümcül çağrısına bir kutsal şölene koşar gibi koşan insanlar lazım. Gâvurun malını yağmalarken tam bir iç huzuruyla, neşeyle davranan mütedeyyinler lazım. Başörtüsünü atmış, topukluları giymiş, Batı'ya doğru giderken, yağmalanan bir Rum'un mağazasından üstüne birşeyler bakan modern kadınlar lazım. Genç Cumhuriyet'in kravatlı ceketli afilli adamları lazım.
Fotoğraflar, Hakan Akçura'nın blogu Geçip de Kalanlar'dan. Eğer tıklayıp oraya giderseniz, bu fotoğrafın onlarca benzerini görecek, 6-7 Eylül pogromuna katılan "vatandaş"ların çeşitliliğine hayret edeceksiniz. Devlet kontrolunda yürüyen bir iş olduğu için ölü sayısı yaklaşık 15'le (tam bilinmiyor) sınırlı kalan, birkaç yüz yaralısı olan, "sadece" 200 kadar kadının tecavüze uğradığı bu korkunç hadise, Ermeni soykırımından sonra, Türk milletinin en büyük yüz karasıdır. Devlet örgütlemiş, millet cân-ı gönülden katılmıştır. Hattâ tecavüzleri tek tek askerin, polisin örgütlemediğinden emin dahi olabiliriz.
Bu pogrom ve özellikle Müslüman olmayan azınlıklara yönelik insanlık suçları, Türkiye'de demokrasi, insan hakları, özgürlük mücadelesi verenlerin gündemine hâlâ doğru dürüst giremedi. Hrant öldürüldükten sonra Ermeni soykırımı ve Rumlara yönelik etnik temizlik konularında bir miktar duyarlılık oluştu sayılır. Ancak bu konular hâlâ, sol hareketler ve sol muhalefet partileri nezdinde, demokrat-özgürlükçü cephenin esas tartışma konuları arasında yeralmıyor. Milletî hakime komplekslerinden kurtulamamış toplum çoğunluğunun bizzat kendi marifeti olan ya da katıldığı vahşet eylemlerine arkasını dönmesi Müslümanlığına halel getirmiyor, onu artık anladık da, Türkiye'de solun genel olarak Müslüman olmayan azınlıklara dair sorunlardaki hissizliğini nasıl açıklamalı? Bu işlerde hep örgütleyici olarak rol almış Kemalizmle kader birliğiyle mi? Anti-emperyalizm kılığına bürünmüş, ruhları zehirleyen bir tür milliyetçilikle mi? Yoksa basitçe, bugün bu mevzulardan önemli bir fayda/getiri umulmamasıyla mı?
6-7 Eylül'ü tertipleyen ordu (devlet) ve Demokrat Parti hükümeti, tahrikçi diye solcuları, komünistleri tutuklayıp olayı onların üstüne yıkmaya kalkmıştı. Bu bile Türkiye solu için 6-7 Eylül'ü unutmama-unutturmama gerekçesi olamadı - azınlıklar kimsenin umurunda değil anladık da...
Öncelikle sizden tepki beklenen bir konuda bu kadar sessiz kalırsanız, bir süre sonra kurbanlar size sadece duyarsız değil işbirlikçi gözüyle bakmaya başlar. Bir Ermeni soykırımı anmasını bile anca birkaç senedir, pek sınırlı bir katılımla (700-800 kişi), bir "sol" grubun sistematik sabotajı altında yapabiliyoruz. (Bu sistemli sabotaj, öteki sol gruplar için hiç mesele olmuyor.) 6-7 Eylül sanki yok gibi; pek az insan hatırlıyor, hatırlatmaya çabalıyor. Yakın tarihi Türkiye'ninki gibi, soykırımla, etnik temizlikle şekillenmiş bir ülkede solcuysanız ve bu insanlık suçlarıyla ilişkili yüzleşme meseleleri gündeminizin ilk sırasında değilse, size uygun isim hakikaten "ulusalcı sol"dur, bu da milliyetçi'nin kibarı; hepimiz biliyoruz ki.

Fotoğraflar, Hakan Akçura'nın blogu Geçip de Kalanlar'dan. Eğer tıklayıp oraya giderseniz, bu fotoğrafın onlarca benzerini görecek, 6-7 Eylül pogromuna katılan "vatandaş"ların çeşitliliğine hayret edeceksiniz. Devlet kontrolunda yürüyen bir iş olduğu için ölü sayısı yaklaşık 15'le (tam bilinmiyor) sınırlı kalan, birkaç yüz yaralısı olan, "sadece" 200 kadar kadının tecavüze uğradığı bu korkunç hadise, Ermeni soykırımından sonra, Türk milletinin en büyük yüz karasıdır. Devlet örgütlemiş, millet cân-ı gönülden katılmıştır. Hattâ tecavüzleri tek tek askerin, polisin örgütlemediğinden emin dahi olabiliriz.

Bu pogrom ve özellikle Müslüman olmayan azınlıklara yönelik insanlık suçları, Türkiye'de demokrasi, insan hakları, özgürlük mücadelesi verenlerin gündemine hâlâ doğru dürüst giremedi. Hrant öldürüldükten sonra Ermeni soykırımı ve Rumlara yönelik etnik temizlik konularında bir miktar duyarlılık oluştu sayılır. Ancak bu konular hâlâ, sol hareketler ve sol muhalefet partileri nezdinde, demokrat-özgürlükçü cephenin esas tartışma konuları arasında yeralmıyor. Milletî hakime komplekslerinden kurtulamamış toplum çoğunluğunun bizzat kendi marifeti olan ya da katıldığı vahşet eylemlerine arkasını dönmesi Müslümanlığına halel getirmiyor, onu artık anladık da, Türkiye'de solun genel olarak Müslüman olmayan azınlıklara dair sorunlardaki hissizliğini nasıl açıklamalı? Bu işlerde hep örgütleyici olarak rol almış Kemalizmle kader birliğiyle mi? Anti-emperyalizm kılığına bürünmüş, ruhları zehirleyen bir tür milliyetçilikle mi? Yoksa basitçe, bugün bu mevzulardan önemli bir fayda/getiri umulmamasıyla mı?
6-7 Eylül'ü tertipleyen ordu (devlet) ve Demokrat Parti hükümeti, tahrikçi diye solcuları, komünistleri tutuklayıp olayı onların üstüne yıkmaya kalkmıştı. Bu bile Türkiye solu için 6-7 Eylül'ü unutmama-unutturmama gerekçesi olamadı - azınlıklar kimsenin umurunda değil anladık da...
Öncelikle sizden tepki beklenen bir konuda bu kadar sessiz kalırsanız, bir süre sonra kurbanlar size sadece duyarsız değil işbirlikçi gözüyle bakmaya başlar. Bir Ermeni soykırımı anmasını bile anca birkaç senedir, pek sınırlı bir katılımla (700-800 kişi), bir "sol" grubun sistematik sabotajı altında yapabiliyoruz. (Bu sistemli sabotaj, öteki sol gruplar için hiç mesele olmuyor.) 6-7 Eylül sanki yok gibi; pek az insan hatırlıyor, hatırlatmaya çabalıyor. Yakın tarihi Türkiye'ninki gibi, soykırımla, etnik temizlikle şekillenmiş bir ülkede solcuysanız ve bu insanlık suçlarıyla ilişkili yüzleşme meseleleri gündeminizin ilk sırasında değilse, size uygun isim hakikaten "ulusalcı sol"dur, bu da milliyetçi'nin kibarı; hepimiz biliyoruz ki.