14 Ağustos 2021 Cumartesi

KORKU TÜNELİ

Öyle bir korku tünelinden geçiyoruz ki, sonunda görünecek ışığı hayal bile edemiyoruz…

Son birkaç haftada arka arkaya yaşadığımız felaketler:

Ülkenin güney ve batısının akciğerleri yok oldu. Ormanla birlikte, sadece ağaçlar değil, onlarca can yok oldu. Sebepleri uzakta aramaya gerek yok, orman yangınları yaz aylarında bu Akdeniz kuşağının bir gerçeği. Tarih boyunca Temmuz-Ağustos aylarında hep geniş ormanlık alanlar yanmış ve yeniden yeşillenmiş. Bu bilinen gerçekliğe karşı yakın tarihte “yangını önleme”, “erken haber alma”, havadan ve karadan “hızlı müdahale” gibi afet ve risk yönetmenin en temel ilkelerini içeren önlemler sayesinde çok büyük kayıplara tanık olmazdık, ama bu yıl cumhuriyet tarihinin toplamı kadar ormanlık yaşam alanını, sayısız canlıyı katlettik…

Önce ülkenin doğusunda, Van’da, ve son olarak da Batı Karadeniz’de, akıl almaz bir sel felaketi yaşadık… Doğal afet mi? Katliam mı? Tartışılır… Kavramların içini doğru tanımlarla doldurabilirsek ne olduğunu anlayacağız… Bozkurt ilçesinin içinden geçen Ezine çayının 400 metrelik doğal taşkın yatağını 15 metreye indiren bir ıslahtan, doğadan çalınan, “arsa”ya dönüştürülen arazilerin üstüne “daha yeni” dikilen bol katlı apartmanların, taşkın etkisiyle şeker gibi eridiğine tanık olduk… Yıllardır her coğrafyada, her yerelde mücadelesi verilen, sadece “kâr” odaklı HES’lerin doğadan çaldıklarının bedelini yerel halktan kurbanlar ödüyor ne yazık ki… Son sel felaketinde katledilen canların gerçek sayısını hiç birimiz hayal bile etmek istemiyoruz…

Son bir buçuk yıldır resmi olarak ilân edilmiş pandemi boyunca, ölüm sayılarının gerçek değerini hiç birimiz bilemiyoruz… Kim gerçekten Covid-19 nedeniyle, kim onun tetiklediği diğer hastalıklar nedeniyle, kaç kişi pandemi nedeniyle tedavisinin ertelenmesi, zamanında tıbbî müdahaleye ulaşamaması nedeniyle, kaç kişi hatalı Covid-19 teşhisi sonucu, yanlış tedaviler nedeniyle hayatını kaybetti hepsi muamma bugün…

Her gün, yakın döneme ait yeni bir yolsuzluk, hırsızlık, kaçakçılık haberi patlıyor… Üstelik birbirine düşen faillerin ifşaat ve itiraflarıyla… Hepsinin de ucunun birleştiği nokta “kutsal”, “dokunulmaz” devlet katları… Bu kavgaların, köşe kapmaların, itişmelerin içinde kimlerin katledildiği, susturulduğu, “temiz”lendiği meçhul ne yazık ki?.. Kimsenin de derdi değil anlaşılan…

Artık olmadığında şaşırma noktasına geldiğimiz, kadın cinayetleri, ırkçı katliamlar, sığınmacı nefreti ve pogrom denemeleri, toplu trafik katliamları ve arka arkaya hep ölüm haberleri…

Kısaca, her birimiz, azar azar, teker teker değil, artık topluca ölüyoruz… Öldürülüyoruz…

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarıyla tarih boyunca kutsanan devlet yetmiyor bizi korumaya… Her birimiz, kendi hayat çekirdeği içinde, aile ve mahalle çapında, yaşama tutunmanın yollarını aramaya başladık… 

“Bizleri yaşatacak olan kendi kollarımızdır!”… Ona ne şüphe!.. 

Yönetenlerin gücü yönetilenleri yaşatmaya, yaşam hakkını korumaya yetemiyorsa, o güç sorgulanır… Bizi yaşatmaya yetmeyen gücün meşruluğu tartışılır… Yönetenler gücünü yalanlardan almak zorunda kalıyorlarsa, her olup bitene kader, kısmet, fıtrat dışında bir açıklamaları kalmadıysa, “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diyerek, her felaketin ardından, sadece para toplayıp, para dağıtmak dışında, “bir daha olmaması için” hiçbir şey yapmıyorlarsa buna “yönetim” denemez… Artık o gücün meşruluğu kalmamıştır. Sadece ve sadece sessizliğin getirdiği toplu “rıza”dır tek dayanağı. Korkunun yarattığı “itirazsız”lıktır.

Peki ama nereye kadar?!. Daha hangi katliama kadar?!.

Hem yarayım hem de bıçak!
Tokat benim, yanak da!
Çark benim, çarka gerilmiş beden de!
Kurban benim, cellat da!

Kalbimin vampiriyim!
-Terk edilmiş büyüklerden biri,
Sonsuz gülmeye hükümlü
Artık gülümseyemeyenlerden biri!

Charles BAUDELAIRE
"L'HÉAUTONTIMOROUMÉNOS / KENDİ KENDİNİN CELLADI"