“Hadi bakalım! Doktor
çok biliyorsa ikna etsin beni” diye geçirdi içinden gözlerini kapatmadan
önce. Uykusu yoktu aslında ama sabah erken kalkacaktı, söz vermişti, ayıp
olurdu gitmezse.
Birkaç hafta önceydi, o çok sevdiği meyhanede emekliliği
kutlarken, yan masayla kaçınılmaz muhabbette tanışmıştı o doktorla. Yakındaki
devlet hastanesinde görevli bir göğüs hastalıkları uzmanıydı. Tabii ki sigaraya
bağlandı muhabbetin konusu. Üzgündü doktor, babasına da o kötü hastalığın
teşhisi konmuş bir hafta önce, hem de akciğerlerde. Üstelik hayatı boyunca hiç
de sigara içmemiş baba. “Yazık” diye
geçirmişti içinden, “adamcağızın
bağışıklığı zayıf kalmış hâliyle” diye düşündü, ama söyleyemedi tabii ki
doktora.
Aslında ne zamandır düşünüyordu bırakmayı, ama hiç
denememişti bile bugüne kadar. Niyetlenip de bırakamazsa çok bozulacaktı. Bir
de yerine ne koyacaktı ki? Önceleri hep öyle savunmuştu sigarayı. En çok da annesi
söyleyip dururdu her fırsatta “sen de bir
bıraksan” diye. O daha çocukken ailede herkes içerdi. Artık, bir o kalmıştı
kararlılıkla devam eden. Babasının nasıl bıraktığını iyi hatırlardı. Daha
çocukken, baba da gencecikken ağır bir kalp krizi geçirmişti. Alelacele, panik
hâlinde hastaneye yetiştirmişlerdi. Neyse ki zamanında müdahale edildi ve
atlattı. Otuz beş yıl gayet muntazam biçimde içmişti baba da. Ama o günden beri
tek bir tane koymamıştı ağzına. Seksen yaşını geçmişti çoktan. O krizden sonra
çok dikkat ederdi kendine. Demek ki, sigara içenler de uzun yaşayabiliyorlar,
zamanında vedalaşabilirlerse elbette.
Gözlerini kapattı uyumaya çalışarak, ama beyin farkında
değil ki sabah erken kalkacağının. Fıldır fıldır çalışıyor, kendi kendisiyle
hesaplaşmak derdinde. Ne zamandır düşünüyordu. Kapalı mekânlarda sigara yasağı
bir ay sonra başlayacaktı. Kaygılıydı fazlasıyla. Özellikle yurt dışında başı
çok ağrımıştı bu yüzden. O koca havaalanları kâbus gibiydi. Bir keresinde,
İspanya dönüşünde, erken gelmişti alana. Eskiden orada serbestti sigara her
yerde, ama bu gidişinde sadece özel olarak ayrılmış alanlarda içilebilir
olmuştu. Beklerken, kahvesini içip okurken tüttüremiyordu sigarasını, ne acı.
Binanın tam tersi yönde bir ucundaydı serbest alan. Üç kez gitti geldi
beklerken. Çantasını da bırakamıyordu ki.
Hele ki, İngiltere dönüşünde, arkadaşıyla “smoking room” oklarını takip ederek
gittikleri oda, dumandan göz gözü görmeyen, pislikten hiçbir yere
dokunulmayacak kıvamda, hani ‘domuz bağlasan durmaz’ denebilecek bir mekândı.
Yakar yakmaz, “n’apıyoruz biz yahu?”
deyip sigaraları atıp hızla uzaklaşmışlardı oradan. En acayibi de o odadan
çıkarken herkes onlara bakıyordu, maymun görmüş gibi.
“Hadi oralarda
misafirdik. İş için gidince, arada bir ortamdan uzaklaşmak, nefeslenmek iyi
oluyordu sigara bahanesiyle dışarıya çıkmak” diye geçirdi içinden, ama bir
ay sonra burada, kendi evinde, her gün, her saat, her gittiği yerde aynı maymun
muamelesiyle karşılaşmak ihtimali yeterince tedirgin ediciydi. "Bırakabilir miyim acaba?” diye düşünmeye
başlamıştı, o doktor onu arayıp randevu verdiğinden beri. Hastanede gönüllü
olarak bir ‘sigara bırakma kliniği’ açmışlar, dışarıdan arayanlar ancak üç ay
sonraya randevu alabiliyorlarmış, ama o sohbetin hatırına kıyak geçmişti
doktor, hemen üç hafta sonrasına vermişti randevuyu.
Randevu haberini aldığından beri kendi kendisiyle
hesaplaşma içindeydi. Çalışırken hep “emekli
olmadan bırakamam” diyerek geçiştirmişti gelen “bırak” salvolarını. Eskiden kendi odasında, çalışırken de
içebiliyordu ama yönetim değişince odalarda içmek yasaklanmıştı. Saat başı alt
kata, kapının önüne çıkıp içiyorlardı üç beş kişiyle. O vaziyette işler yetişir
mi? Tabii ki her akşam mesaiye kalmak zorunda kalıyordu, hem de ücretsiz.
Neyse, artık emekli olmuştu. Şimdilik, üç aydır evde
dinlenmeyle geçiyordu günler, ama yakında yeniden çalışmaya başlayacaktı. Bugünler
eski dostları ziyaretle geçiyordu. Çok ihmal etmişti onları, onca yoğunluk ve
hayat gailesi insanda ne hâl bırakıyordu ne de zaman. En son dün, 25 yıldır
görmediği, eski okul arkadaşını ziyarete gittiğinden beri kafası karışıktı,
yeni bir iş teklifi yapmıştı arkadaşı. Fabrikanın yönetimini teslim edebileceği
güvenilir birini arıyordu. Son bir yılda üç kişiyi denemiş ama güvenememiş
onlara. Zaman istemişti biraz hem dinlenmek, hem de düşünmek için; aslında
yeniden çalışma havasına girmek için zaman kazanmaktı amaç.
…
Hava güneşli. Yürümek güzel olacak. Yaktı bir sigara.
Caddeye çıkınca attı, daha yarıya gelmeden. Gerek yoktu ki sigaraya, egzoz
dumanı yetiyordu zaten öksürtmeye. On dakika sonra hastaneye ulaşmıştı zaten,
siren sesleri arasında. Danışmaya yanaştı, ikinci kata gönderdiler ama önce
vezneye uğraması gerekiyordu. Kaydını ve ödemesini yaptı. Klinik sekreteri onu
bekliyordu zaten. Hemen bir röntgen isteği hazırladı ve en alt kata gönderdi
akciğer filmi için, dönerken de nefes kapasite testine girdi, geri döndü. Karşı
sandalyede güleç yüzlü, yaşlıca kır bıyıklı biri oturuyordu. Odaya girince
gözleriyle selamlaştılar. Sekreter de tanıştırdı. Birlikte gireceklerdi
doktorla görüşmeye. İkişer kişi giriliyormuş, birbirine destek oluyormuş
bırakma aşamasında, doktor söylemişti daha önce.
Kapı açıldı, “hoş geldiniz,
buyurun” dedi doktor. Yol verdi kader ortağına. Girdiler. Küçücük bir oda,
küçük bir masa, üstünde bir taşınabilir bilgisayar, kalemlik, reçete koçanı ve beyaz,
kartondan bir kutu… Doktor perdeyi çekti, güneş doğrudan yüzlerine vuruyordu
hastaların. Stetoskopu çıkarttı, ilk iş ciğerleri dinlemek. Gömlekler çıkartıldı,
atletler sıyırıldı. Tekrar masaya döndüler. Bir test sınavı… Bağımlılık
seviyesini ölçüyormuş. İlginç sorular. ‘Ne kadar zamandır’, ‘Günde kaç tane?’,
‘Hiç bırakmayı denedin mi?’, ‘Neden içiyorsun?’, ‘Ailede başka içen var mı?’ ve
daha bir sürü ahiret sorusu. Sanki bilemezlerse cennete almayacaklar, o kadar
gerildiler ikisi de. Neyse doktor sohbete devam edince ısındı biraz ortam.
Kader ortağı defalarca bırakmayı denemiş, bir sürü değişik
yöntem uygulamış ama her defasında tekrar başlamış. O yüzden bağımlılık notu daha
yüksek çıktı. Hoşuna gitti bu durum. Otuz yıldır hiç ara vermeden, bir gün dahi
boş geçmeden içmeye devam edip, hiç bırakmayı denememişti bile. Gönlü okşanmış
hissetti doktor “sen daha az bağımlısın,
daha kolay bırakabilirsin” deyince. Nefes testinin sonucunu doktordan
duyunca da, hafifçe titredi ama hissettirmedi ikisine de, akciğerlerde ki
karbon monoksit miktarı normal bir insanda olması gerekenin tam yüz katıymış.
Bir tek dal sigaranın içindeki bilmem kaç yüz bin çeşit
zehirle başladı anlatmaya doktor sigaranın zararlarını. Bir sürü çeşit hastalık
olasılığının sigara içenlerde içmeyenlere göre kaç kez daha yüksek olduğundan
söz etti. Hele ki pasif içicilerinin vay hâline, sigara içenlerle aynı mekânda
bulunanlar da en az içenler kadar da içmiş oluyormuş, “tabii, hem para da vermiyorlar” diye gülümseyerek geçirdi içinden.
Üçüncü dakikadan itibaren sıkılmıştı, söz alabilse, o da sigaranın bin bir
yararını anlatabilirdi. Kader ortağına üzüldü sonra, tuttu kendini. Adamcağıza
yazık olacak o kadar heveslenmiş bırakmaya.
Neyse bu sıkıcı fasıl bitti. Bir poster çıkarttı masanın
altından. Ruloyu açtı doktor, ayağa kalktı. Anatomi atlasından çıkmış bir vücut
resmi. Farklı organlardan birer ok çıkmış, İngilizce açıklamalar var her okun
ucunda. İki kader ortağıyla bu hilkat garibesi görüntü arasında neredeyse bir
metrelik bir aralık var. Doktor tek tek açıklıyor, sigara içenlerin
organlarında gelebilecek hasarları. Görüntü dehşet verici; bir göz yok,
akciğerin biri çürümüş, bir bacak kesik, elde iki parmak eksik, kalbe giden
damarlar büzülmüş, midenin çeperi sararmış, karaciğer morarmış, beynin yarısı
pörtlemiş…
Önce gözlerini kaçırmaya çalıştı ama nafile, küçücük odada
bakabilecek başka yer yoktu. Doktor
anlattıkça mecbur hissediyordu insan gözlerine bakmaya. Baktıkça da o resmi
görmemek olanaksız, gözün görme alanı yüzünden… Bir anda kafasının içinde, otuz
yıldır biriktirdiği bütün savunma mekanizmaları paldır küldür çökmeye başladı.
Her şeye verecek bir cevabı vardı; kırk çeşit zarara karşılık, kırk dört çeşit
yarar sayabilirdi, ama doktorun saydığı arazların üç gün, üç ay ya da üç yıl
içinde başına gelmeyeceğini iddia edebilmesi için elle tutulur hiçbir gerekçe
ya da bahanesi kalmamıştı.
“Eee? Ne
zaman bırakıyorsunuz sigarayı?” diye sordu muzipçe gülümseyerek. O kadar
emindi ki sesi, itiraz çıkmayacağından. “Ne kadar
süremiz var?” diye sordu. “Biz bir
hafta ya da on gün süre tanıyoruz” dedi doktor. Kafasında bir hesap yaptı, o gün cumaydı, gelecek hafta
sonunu da kullanırsa tam on gün sayılırdı. “Gelecek
Pazartesi” diye atladı hemen, kader ortağından önce... “Biz”
dedi doktor, “sigarayı bırakmaya karar
verenler için bazı destek önerilerimiz var, onları tanıtayım” diye devam
etti.
Tek tek çıkartarak saymaya başladı masadaki kutuda bulunan
destek malzemelerini. Nikotin bandı, nikotinli çiklet, tespih, sabır topları,
ilaçlar, bitkisel karışımlar… Sabır topuna kafası yatmak üzereydi tam ama kader
ortağı yeni çıkan bir ilacı sordu doktora, daha önce duymuş. Doktorun saydığı
desteklerin hemen hemen hepsini denemiş kader ortağı, ama hepsi ilk zamanlar
etkiliymiş ama sonradan hep sigara üstün gelmiş. O bitkisel ilaç yeniymiş, yan
etkileri yokmuş neredeyse, çoğunlukla tercih ediliyormuş. Beyindeki nikotin
alıcılarını oyalayan bir mekanizması varmış, diye ballandıra ballandıra anlattı
doktor. Hemen birer reçete yazdı ve gelecek cumaya tekrar çağırdı ikisini de,
sohbete devam etmek için.
Bir hafta sonra gittiklerinde, yarı yarıya azalmıştı sigara
tüketimleri, bir haftadır kullandıkları ilacın etkisi herhalde diye
düşünmüşlerdi, ciğerlerde karbonmonoksit miktarı normalin yüz katından, on
katına inmişti. Şaşırdılar, hoşlarına gitti tabii ki. Çok değil, bir beş dakika
sohbet ettiler, doktor kararlılıklarını ölçtü muhtemelen. On beş gün sonra
tekrar görülmek üzere ayrıldılar.
Pazar günü akşamüstü, sigarası bitti. Ama daha geceye çok
vardı. Hemen indi bakkala. Yeni bir paket daha açtı. Gece boyunca hep “bu son” diyerek yaktı her sigarayı, ama
hepsini yarısında söndürdü. Eskiden olsa ziyan olmasın diye sonuna kadar
içerdi. Saat gece yarısı olmadan uykusu geldi, oysa geçen haftaya kadar ikiden
önce uyuyamazdı, “ilacın etkisidir” diye düşündü.
Sabah uyandığında gergindi. “Hadi bakalım! Bir gün içmeyeceğim. Ne olacak görelim.” diye düşündü
yataktan kalkarken. Kahvaltıdan sonra gerildi biraz daha. Kahvenin yanında
mutlaka sigara içerdi… O gün kahve içmedi, sigara da. Hemen gidip uzandı, biraz
daha kestirdi. Kalktığında öğleye yaklaşıyordu saat. Hava çok güzeldi.
Yakındaki parka gitti. “Biraz yürüyüş iyi
gelir. Parkta yürürken canı sigara istemez insanın” diye düşündü. Giderken
yanına su da aldı. Canı çok içmek çekerse, su içecekti, doktor da önermişti bunu.
Sonra akşam oldu, sonra gece oldu. Gene uykusu geldi
erkenden. Bir gün geçmişti. Hiç de kötü bir şey olmadı. Kendine güveni bile
geldi. “Hadi bakalım! Üç gün içmeyeceğim.
Ne olacak görelim.” diyerek uyudu. Üç gün geçti, gene bir şey olmadı. Üçüncü
gün, kahve de içti üstelik. Gene bir şey olmadı. Sonra… “Bir hafta içmeyeceğim. Ne olacak bakalım” dedi… Bir hafta sonra da
“on beş gün içmeyeceğim, bakalım”
dediğinde, artık her sabah yedide zımba gibi uyanıyordu, gece kaçta yatmış
olursa olsun.
Bütün o geceler boyunca, o son paket sigara evdeki büfede
duruyordu. Rahattı, panik yapacak bir durum yoktu, isterse gidip içebilirdi… Eğer
isterse! O gün, hastane randevusuna giderken kendini ödüllendirdi. Bir
kitapçıya uğradı, en sevdiği yazarın son iki kitabını aldı. Erteleyip duruyordu
ne zamandır. İki haftalık sigara parasından daha bile az tuttu. Üstüne de,
artan parayla, köşedeki pastaneden
dondurmalı tavukgöğsü ısmarladı kendine. Ne zamandır yememişti. Tatlıdan sonra
sigara istemediğine de şaşırdı, bol bol su içmişti zaten sonrasında.
Hastanede nefes testi yapıldığında akciğerlerdeki karbon
monoksit miktarı, hiç sigara içmeyenlerle aynı düzeye inmişti bile.
Hissediyordu zaten. Birkaç gündür meyve yemeye bile başlamıştı. Sigara içerken
meyvelerin tadını almadığını anladı. O yüzden sevmiyormuş demek. Çıkışta,
arkadaşını ziyaret gitmek için, dolmuşa bindi. Onun ardından, gençten biri
oturdu yanına. O kadar sigara kokuyordu ki, yarı yolda indi dolmuştan
dayanamadı. Acaba sigara içerken o da mı böyle kokuyordu? Hiç aklına
gelmemişti, hiç algılamamıştı kendi kokusunu.
Bir ay daha içmedi, hiçbir şey olmadı… O nikotin
alıcılarını oyalayan ilacı da kesti, aslında üç ay kullanması gerekiyordu, bir
şey olmadı. Sonra üç ay daha içmedi, sonra altı ay… Gene bir şey olmadı. O son
paket hep duruyordu büfede. İstediği zaman gidip yakabilirdi bir tane.
Derken bir yıl, üç yıl, beş yıl…
Sigara içmemenin, içmekten daha güzel olduğunu keşfetmişti
ve artık içmemeyi tercih ediyordu… İstediği zaman içebilirdi ama… O güven
duygusu öylesine baskın ve büyüktü ki, bunca zaman sigara içmediğine göre
hayatta yapamayacağı hiç bir şey yok, isterse aya bile gidebilir artık…