Ülkenin gündemine yine bir anda Kemal Kılıçdaroğlu düştü. Tam da artık sessiz sedasız köşesinde oturur emekliliğin tadını çıkartır, bilge adam saygısıyla arada bir ziyaretçilerini bekliyor derken...
![]() |
Kılıçdaroğlu, yaşı 80’e yaklaşmış, kurucu cumhuriyet
kuşağının ebeveynliğinde, devletçi bir siyasetin kültürüyle yetişen bir kuşağın
üyesi. Yoksul Anadolu köylüsü bir ailenin çocuğu olarak, devletin olanaklarıyla
okumuş sadakatli bir devlet bürokratı. Bu "devlete sadakat"
anlayışıyla da kendini geliştirmiş, hasbelkader siyasete girmiş ve bugüne kadar
da bu "kutsal(!)” görevle, rejimin özüne dokunmadan “gereğini(!)” yapmış,
yine rejimin tanımladığı sınırlar içinde kontrollü muhalefet görevini yerine
getirmiş tipik bir siyasetçi. Yakın tarihimizdeki Baykal, Ecevit örneklerinde
olduğu gibi...
Tıpkı öncülleri gibi, geçmişte toplumsal muhalefetin örgütlü
biçimde yükseldiği dönemlerde, kontrolsüz sokak muhalefetine izin vermeyen ve
bu yolda her türlü "etkin önlem"i almaktan sakınmayan, adı
"muhalefet" lideri sayılan, statükocu rejim siyaseti içinde
devletin güvenliğini, muhafazasını ve bekasını, halka rağmen koruyup kollama
görevini yerine getiriyor o da.
Yeni CHP yönetiminin belirgin bir yönü var: üst kadroların
büyük çoğunluğu 1980’in hemen öncesi veya sonrası doğumlu, 70'li yılların
rekabetçi, kavgacı ve kariyerist siyaset tarzına bulaşmamış, o dönemin
özeleştirisiyle yetişmiş bir kuşak. Partinin yereldeki yönetici kadrolarıysa büyük
ölçüde Gezi direnişi içinde dayanışma kavramıyla tanışmış bir kuşaktan
oluşuyor... Ve belki de tarihte ilk kez sırça köşklerden ahkam keserek değil,
halkla birlikte, toplumsal muhalefete öncülük yapmaya çalışan,
"devletçi" ve (devleti) muhafaza eden, halka karşı statükodan yana
duran bir anlayıştan sıyrılıp, "halkla birlikte, halkın içinde"
siyaset yapmanın yol ve yordamını ararken, "sosyal demokrat"
karakteri de keşfetmeye çalışıyor.
Elbette bu halkçı ve çoğulcu demokrasi arayışına toplumsal
muhalefet ile birlikte sahip çıkmak, müesses nizamın kurucusu olan bir siyasi
gücün içindeki, mevcut düzenden beslenen devletçi bürokratik kastın da çıkarına
uygun değil. Bugüne dek, cumhuriyet tarihi boyunca, hatta geçen yüzyılın
başındaki 1908 darbesinden beri, derdi iktidar ve yürütme erki olmayan ama
varlığıyla hep mevcut düzenin koltuk değneği olmuş, olası düzen karşı
muhalefetin bazen yargı bürokrasisi, bazen güvenlikçi politikalar, bazen de
asker postalı ve polis copuyla hem yasal hem de gayrı nizami harp yöntemleriyle
bastırılıp sindirilmesine hiç itirazı olmamış, devletin içinde kamusal
olanaklarla semiren, halk ve demokrasi düşmanı, askeri ve sivil bürokratik bu kastın,
maazallah(!) olası bir düzen değişikliğinde kontrol edemeyeceği bir hükümete
tıpış tıpış izin vermesini beklemek nafile bir çaba olacaktı. Önce yargı
içindeki klikler, ardından hükümet ortakları ve yandaş basın eliyle aylardır
süregelen, halkla birlikte yılmadan ilerleyerek büyüyen, etkin bir siyasal
muhalefeti bölerek etkisizleştirme çabası çare olmayınca, müesses nizamın her
devirde görevli "mış" gibi muhaliflerine görev verilmiş olduğu
anlaşılıyor.
Peki son kararı kim verecek?!.
Orhan Veli'nin "Pireli Şarkı"da dediği gibi;
"Bu düzen böyle mi gidecek?
Pireler filleri yutacak
Yedi nüfuslu haneyeÜç buçuk tayın yetecek."
Bıçak kemiğe dayandıysa eğer
gerçekten, elbette ki "durduramayacaklar halkın coşkun akan selini"...
Kılıçdaroğlu da arkasından onu ittirip arenaya atıp ardına saklananlar da anlayacaklar elbette aynı derede bir kez daha yıkanmaya çabalamanın artık nafile olduğunu.
Can ÇINAR, 28
Haziran 2025