Bu
Görüntüler Datça’ya Yakışmıyor!
Turizm
sezonu başlarken, işletmelerin bahçe budama, tadilat ve temizlik faaliyetleri
artıyor. Ancak bazı işletmeler, sorumluluğu üzerinden atarak, eski eşyalarını,
bahçe atıklarını ve inşaat kalıntılarını çöp konteynerlerinin yanına bırakmayı
alışkanlık hâline getiriyor.
Her gün
düzenli olarak toplanan konteynerlerimizin etrafının bu şekilde kirletilmesi
sadece çevre kirliliği değil, aynı zamanda Datça’nın imajına da zarar veriyor.
📌 Geri dönüşüm kafesleri bahçe
atıkları için değildir.
📌 Çöp konteynerleri tadilat
atıklarının yeri değildir.
📌 Bu sorumsuzluk, hepimizin yaşadığı
ortak alanlara zarar veriyor.
Temiz
bir Datça hepimizin sorumluluğu.
Lütfen
bu güzel kenti kirletmeyin. Yayınlanan fotoğraflardaki kirliliğe sebep olan
işletmelerin tespiti için çalışma başlatılmış olup gerekli cezai işlem en
yüksek tutar üzerinden uygulanacaktır.
Denetimlerimiz tüm mahallelerimizde yapılmaya devam edecektir.
Ne yazık ki bu manzaralara her yaz sezonu başlangıcında, Datça’nın tüm mahallelerinde sıklıkla rastlıyoruz. Evet, yerel yönetimlerin çöpleri toplamak sorumluluk ve yükümlülüğü var, doğru. Peki ama her atık çöp müdür? Çöp nedir? Atık nedir? Atıkları çöplerden ayırmadan bu kirliliğin önü alınabilir mi?
Bakın TDK “çöp”ü şöyle tanımlıyor:
“Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.”
Çağımızın ansiklopedisi Wikipedia’da da şu tanıma rastlıyoruz: “işlevini
yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır.” Bu
tanımlamalara göre, çöp dediğimiz nesnelerin ortak özelliği “yararsız”,
“işlevini yitirmiş”, “kullanılamaz” olması
diyebiliriz.
Dilimize de yerleşmiş, “üzümün
çöpü, armudun sapı” gibi, soğanın kabuğu gibi ya da artık evde kullanım ömrünü
tamamlamış her türlü malzemeyi çöp olarak adlandırmak mümkün. Zaten bundan
yüzyıl önceki yaşam biçimlerimize baktığımızda çöp dediğimiz malzemeyi
toplamaya da gerek yoktu. Doğaya terk edilen çöpler, zaten doğadan geldikleri
için, kısa bir zaman diliminde çürüyerek yeniden doğaya dönüyorlar ve başka
doğal yaşam biçimlerine de enerji sağlıyorlardı.
Ama artık devir değişti. Çöp
dediğimiz doğal malzemelerin yerini artık devasa hacimlerde endüstriyel atıklar
almış durumda. Peki “atık” dediğimiz nedir ki? Yine TDK atığı: “üretimden
tüketime kadar olan tüm aşamalarda ortaya çıkan ve kullanıcının artık işine
yaramayan maddeler” diye tanımlıyor. Yine Wikipedia da “kullanılmış,
artık istenmeyen ve çevre için zarar oluşturan her türlü madde” olarak
tanımlıyor atığı. “Atık” kavramını tanımlayan başlıca özellik ise “kullanılmış”,
“istenmeyen” ve “çevre için zararlı” tanımlamaları
var.
Sonuç olarak; şunu söylemek
mümkün: her atık çöp değildir, her çöp de atık olmayabilir. Ancak bu iki
kavramı birbirinden ayıran iki temel özelliğe bakarak; “çöp” her zaman
var olan “doğal” bir fazlalık, “atık” ise yeni teknoloji
çağında insan eliyle ve endüstriyel olarak üretilen ve tüketildikten sonra yok
edilmesi gereken “zararlı” malzemeler olarak (kabaca) tarif
edilebilir.
İçine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız teknoloji çağı dehşet miktarlarda bir tüketim furyası yarattı. Artık insanlar ihtiyaçlarının çok daha fazlasını tüketir oldular. Kapitalizmin arz-talep yasası da bu arsız tüketim pazarına cevap verebilmek için sonunu düşünmeden, kitlesel bir üretim furyasına dönüştürdü endüstriyi. Artık ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz her malzeme evimize, çok daha fazla miktarda endüstriyel atıkla birlikte geliyor. Ürünlerin, kullanılmayan ambalaj miktarları bile ihtiyacımız olan üründen çok daha fazla yer işgal ediyor, dolayısıyla da artık ihtiyaçlarımızı çok daha yüksek maliyetlerle karşılıyoruz. Üstelik “atık” dediğimiz bu malzemelerin üretimi sırasında doğadan çalınan ve doğaya salınan bedel de cabası.
Kaçınılmaz olarak evlerimize
gelen ihtiyaçların fazlasını atık olarak uzaklaştırmak gereği de ortaya
çıkıyor. Büyük şehirlerde bu sorun birkaç kanaldan çözülüyor. Öncelikle
sokaklarda boylarının iki üç katı arabaları sürükleyerek gün boyu çalışan “geri
dönüşüm emekçileri” atıkları ayrıştırarak bulunduğumuz ortamdan
uzaklaştırıyorlar. Sonrasında artık ciddi bir ekonomik sektör hâline gelen
“geri dönüşüm” endüstrisiyse, bizim atık diye kurtulmaya çabaladığımız
malzemeleri kayda değer bir ekonomik kazanca dönüştürüyor.
Neredeyse tüm endüstriyel atıklar üretildikleri
malzemelerin türüne göre (metal, plastik, cam vb) ayrıştırıldıktan sonra
çeşitli biçimlerde geri kazanılabiliyor, en azından doğaya karışmasının önüne
geçilebiliyor. (Geri dönüşüm endüstrisinin yarattığı devasa enerji tüketimi ve
çevreye zararları da ayrı bir tartışma konusu elbette). Yine büyük kentlerde,
yerel yönetimlerin denetimindeki çöp ayrıştırma istasyonlarında da toplanan
çöplerin içindeki geri dönüşüme uygun malzemelerin ayrıştırılması da hem yerel
yönetimlere ekonomik kazanç sağlıyor, hem de devasa bir nüfusun yaşadığı büyük
kentlerin çevre topraklarının bir çöp yığını olmasını engelliyor.
Azıcık empati yaparak, "çöp" diye evin dışına atıp kurtulduğumuzu sandığımız atıkların izini sürebilsek, ilginç bir macera çıkacak aslında karşımıza. Aynı torbanın içine atıp evin dışına attığımız her şeyin geri dönüşüm sektörü sayesinde yeniden kullanılabildiği bir teknolojik çağda yaşıyoruz. Yeter ki, bu malzemeler birbirinden ayrışabilsin:
- Kağıt ya da karton atıklar ayrıştığında milyonlarca ağaç kesilmekten kurtuluyor.
- Cam atıklar, geri dönüşümlü plastikler (termoplastikler) ayrıştığında petrol türevi tonlarca ağırlıkta kirletici atmosfere salınmayarak ve hayata daha fazla nefes kalıyor.
- Dönüşümsüz plastikler (termosetler) ayrıştırılarak, atıkları doğada yüzlerce yıl yok olmayarak, doğal canlı yaşam alanlarını işgal etmesinin önüne geçiliyor ve insan eliyle zaten yeterince yok edilen organik doğal yaşamın sürmesine olanak sağlanıyor.
- Kullandığımız pek çok alet edevatın bileşiminde bulunan demir, alüminyum, bakır gibi metal malzemeler geri dönüşüp eritildiğinde paha biçilmez değerde endüstriyel hammadde olarak kullanılıyor.
- Pil ya da elektronik cihazların, metal yüzeylerin kaplaması içinde bulunan ve doğada asla ve asla yok olmayan "ağır metal" tanımlı malzemelerin doğaya kontrolsüz olarak bırakılmasının, besin zinciri yoluyla canlı yaşamı tüketen, insanlar için de bilinen pek çok ölümcül hastalığın temel sebebi olduğunu tıp bilimi çok iyi biliyor artık.
“Geri dönüşüm” sürecinin iki temel aşaması var: öncelikle atıkların ayrıştırılması, sonra da hacimlerinin azaltılarak taşınabilir olması. Bu iki süreç tamamlanmadan herhangi bir atıktan kurtulmak mümkün değil.
Eğer “ayrıştırma” işlemi yerinde yapılabiliyorsa, çok düşük maliyetlerle yolun bir kısmı kat edilmiş oluyor. O nedenle dünyanın pek çok gelişmiş bölgesinde, fabrikalarda, marketlerde, işyerlerinde hatta mahallelerde önce çöp ve atıkların sonra da atıkların kendi içinde malzemelerine göre ayrıştırılmasına yönelik “çevre yönetim sistemleri” kuruluyor. Bu uygulamaya katılım teşvik ediliyor, uymayanlara cezalar uygulanıyor. Datça’da da kimi bölgelerde yerel yönetim tarafından yerleştirilen, çöp konteynerlerinden ayrı atık istasyonlarını görüyoruz. İsteyen kullanıyor ama ne kadar biliniyor ne kadar yeterli ve ne kadar bilinçli kullanılıyor tartışılır elbette.
Çöp konteynerlerinin içinde ve çevresinde yığılan ambalaj atıkları yığınları ne yazık ki artık gözümüzün alıştığı çirkin manzaralar. Özellikle Datça’nın rüzgârlı havalarında, konteyner dışına bırakılan bu atıkların çevreye yayılması da tüm yetkilileri de çaresiz bırakıyor. Ne yazık ki Datça’da, büyük şehirlerdeki gibi çöp konteynerlerinin çevresinden atık toplayan “geri dönüşüm emekçileri” yok. Yerel yönetim ise resmi nüfusu 20-25 bin olan bir kentte, kışın iki, yazın üç-dört katından fazla bir nüfusun çöplerini toplamak zorunda kalıyor, bu da ancak konteynerleri boşaltmakla sınırlı kalıyor. Oysa özellikle dayanıklı tüketim maddeleri gibi endüstriyel üretim yapan markaların, ürünlerin satışından sonra nakliye sırasında koruyucu olarak kullandıklarını ambalaj malzemelerini geri toplamak ve geri dönüşümünü sağlamak gibi yasal yükümlülükleri var.
Yine çöp konteynerleri yanına evden uzaklaştırma gerekçesiyle bırakılan pek çok yatak, eski mobilya, koltuk vb ev ürünlerinin de özellikle sıcak havalarda bir sigara izmariti nedeniyle yanıp tutuştuklarına da sıklıkla şahit oluyoruz. (Bkz: 30 Eylül 2024 tarihli haberimiz)
Yerinde olmasa bile toplama merkezlerinde ayrıştırılabilen atıklar ise çeşitli biçimlerde yeniden kullanılmak üzere değerlendirilebilir ve bir ekonomik kazanç yaratabilir. Doğal olmayan, endüstriyel bir ürün olarak atıkların geri dönüşümü ya da yeniden kullanılması sağlanmadıkça, bu atık ürünlerin doğada çözünmeden, yok olmadan yüzyıllarca kaldığını artık hepimiz biliyoruz. Okyanuslarda bu atıklardan oluşan devasa adalar oluştuğu bir gerçeklik. Her yıl yüzbinlerce turisti ağırlayan Datça yarımadasında sadece bir yıl içinde ortaya çıkan atıkların geri dönüşümü sağlanmadıkça, birkaç yıl sonra yarımadanın coğrafyasında devasa bir atık cehennemi görmemiz kaçınılmaz olacak maalesef.
Gerek yerinde ayrıştırılan gerekse toplama merkezlerine geldikten sonra malzeme türlerine göre ayrıştırılan atıkların öncelikle hacimlerinin azaltılması gerekiyor. Cam atıklar kırılarak, plastik veya metal ambalaj atıkları preslenip sıkıştırılarak taşınabilir bir hâle geldikten sonra sınıflandırılıp yeniden kullanılabilir bir hammaddeye dönüşebilir.
Elbette Datça’da bu atıkları yeniden kullanabilen veya geri dönüştürebilen bir tesis olmadığı için, bu atıkların önce Marmaris ve Muğla üzerinden ülkedeki farklı endüstriyel bölgelere gitmesi gerekecek ki bu da bugünün şartlarında çok ciddi bir yol ve lojistik maliyet anlamına geliyor. Ucuz hammaddenin yüksek maliyetlerle taşınması ne kadar ekonomik, bu da tartışılabilir bir durum. Belki deniz yolu daha ekonomik, alternatif bir nakliye yöntemi olabilir, bunun sağlıklı, ekonomik ve ekolojik koşulları yaratılabilir… (mi? )
“Ayrıştırma” sorunu Datça’da yerel yönetim ve yurttaşların bilinçli katkıları ve çabasıyla çözümlenebilir ancak sonrasında atıkların yarımadadan uzaklaştırılması ve ekonomik bir kazanca dönüştürülmesi Datça’nın yerel boyutunu aşan bir sorun. Sadece yol ve mesafe engeli bile yapılabilirliğini önemli ölçüde engelliyor. Ancak bu durum ekonomik olmasa da ekolojik bir zorunluluk. Bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve Muğla Büyükşehir Belediye’sinin katkılarına ihtiyaç kaçınılmaz görünüyor. Datça Belediyesi’nden de bu konuda daha etkili projeler üretmesi ve gerekli destekleri, doğru adreslerden sağlaması da Datçalı yurttaşlar olarak beklentimiz olmalı.
https://dayanisma-datca.org/cop-degil-atik
21
Mayıs 2025, Can ÇINAR