“Ş” harfi ne kadar değerlidir… Pek çok başka dilde “şe” sesi
olsa da, sadece Türkçede ve kökteş dillerde kullanılan bir harf “Ş”. Batı
dillerinde, “ch”, “sh”, “sch”, “sz” gibi yazım biçimleri olsa da, hiçbirinde
Türkçe’de olduğu gibi, girdiği
sözcüklere derin ve değerli bir anlam katmıyor bu harf.
İçinde, ortasında “Ş” harfi geçen sözcükleri şöyle bir
tarayın. İçinden “Ş” geçen sözcüklerin anlamına bakarsanız, hep bir tek kişinin
değil, birden fazla kişinin eylem ya da edimine rastlarsınız. “Ş” harfi içine
girdiği her sözcüğe bir “ortaklık” katıyor.
Pek çok örnek var aklıma gelen; “aŞk, iki kişiliktir” diyor
şair, “Şirket”ler, birden fazla kişinin “ortaklaŞtığı” kurumlar, “konmak”
eylemi tek bir canlıya ait bir eylem ama “konuŞmak” için en az iki kişiye gerek
var. Yaşamın zorluklarına tek başımıza dayanamıyoruz ama yakınımızdakilerle,
ailemizle, mahallemizle, köyümüzle, dostlarla “dayanıŞma” bize güç katıyor,
elele “tutuŞarak” hayata tutunuyoruz, üstümüze gelen saldırılara karşı tek
başına direnmek için gücümüz yokken, yaşamsal haklarımızı birlikte, kolkola
yarattığımız “direniŞ”lerle söke söke alıyoruz.
Dilbilimciler, Türkçede “işteşlik” eki olarak tanımlıyor,
“Ş” harfini. “İşteş fiilerde eylem birden fazla özne tarafından birlikte ya da
karşılıklı yapılır.” Sevmek kişiye özeldir ama “eŞ” ile “seviŞmek” birlikte
yaşanır. Yoldan geçen ”tanıŞ"ımıza tek başına selam vermek, karşılıklı
“selamlaŞma” ile anlamlanır. Hoşunuza giden şeye yalnızken gülebilirsiniz, ama
dostlarla “paylaŞarak”, birlikte “gülüŞme”nin tadı bambaşkadır. Karşımıza çıkan
bir sorunu kendi kendimize tartarız ama güvenilir dostlarla “tartıŞarak”
anlarız, o yüzden “anlaŞabileceğimiz”, “dertleŞebileceğimiz” dostlara gerek
duyarız, dertlendikçe onlarla “araŞırız”.
Tarihsel olarak içine doğduğumuz “insan insanın kurdudur”
çağı, içimizdeki en ilkel dürtüyü, birbirimizle rekabeti öylesine kutsuyor ki
hayatımızın ilk gününden beri, insanı insan, bizi biz yapan, kabileden, klandan
çıkıp cemaatten “toplum”a birlikte, ortak (kollektif) bir emekle
“dönüŞtüğümüzü” unuttuk artık. Kapitalizmin batıda ortaya çıktığı zamanlarda
“kul”dan “yurttaŞ”lığa geçmek için güzellenen “eŞitlik” ve “kardeŞlik” özgür
birer birey olmanın yoluydu, ama hepsinin yerini yalnız bireylerin birbiriyle
“rekabeti” aldı çoktan. Artık “her koyun kendi bacağından asılır” oldu, “düşene
bir tekme de sen vuracaksın” diye eğitildi çocuklarımız çünkü aslında herkesin
olan “ekmek aslanın ağzında” idi, “ezilmemek için ezme”yi “akıllı olmak”
bildik, “herkes yapıyor, benim neyim eksik” diye kendimizi özgür bireyler
sanarak aslında insana dair her şeyi metalaştıran bir sistemin ideolojisini,
pragmatizmi yeniden ürettik, defalarca, ısrarla.
Geçtiğimiz yüzyıl, insanlık tarihinin en kanlı, en vahşi
yüzyılıydı. İlkel kapitalizmin hep büyümek zorunda kalan sermayesi, kâr edemez,
büyüyemez olduğunda “faŞizm”i icat etti. Latince “fasces” idi kökeni, anlamı da
yine lonca veya sendika gibi meslek örgütleri, yani kollektiflerdi.
Kapitalizmin kanlı yüzünü, “savaŞ”larla, acılarla, kıyımlarla, toplu ölümlerle
gördü bütün dünya. Dört bir yanda, sermayenin faşist diktatörlüklerinin
karşısına sadece emeğin, dünya emekçilerinin “yoldaŞ”lığı ve enternasyonalist
“dayanıŞma”sı çıktı ve hepsini altetti.
Yeni yüzyıldaysa, “barıŞ” içinde birlikte yaşamanın,
“ortaklaŞma”nın yolunu bize “Gezi direniŞi” hatırlattı yeniden. Tek tek
kurtulmanın yol olmadığını kavradığımızda, “kurtuluŞ yok tek başına, ya hep
beraber ya da hiç birimiz” diye hep birlikte haykırdık ve bütün dünyada yankılanarak
çoğaldı bu ses. “Bu daha başlangıç”tı elbette. O gün bugündür de, hiçbir şey
eskisi gibi olmadı, olamazdı da zira. Ok yaydan çoktan çıktı. Ülkede 12 Eylül
karanlığının, acılarının içinden doğmuş yepyeni bir nesil var artık, Gezi’yi
var eden, “direniŞ”i, “dayanıŞma”yı ve varolmanın tek yolunun “barıŞ” olduğunu
bilen, zorunluluklarının bilincinde özgür, “birbirinin kurdu” olmayan,
“birbirine devlet” olmayan, yaşamak ve yaşatmak için tek yolun “birlikte
eylemek” olduğunu yaşayarak öğrenmiş, sistemin kirletemediği, acılı bir
geçmişin karanlık gölgesinden kaçınan bir nesil. Onlar bize hepimize “Ş”nin
hikmetini ve “işteŞ”liğin gücünü bir gün yeniden hatırlatacak ve ögretecekler, eğer
sığındığımız küçük iktidar alanlarını koruma telaşıyla, mutlak bellediğimiz ezberlerimizle, kuşku duymadığımız önyargılarımızla
ve her şeyi en iyi bilmenin kibrinin körlüğüyle gölge etmezsek.
Not: Bu yazı 23 Ağustos 2024 tarihinde Dayanışma-Datça.org sitesinde yayınlandı.