- Kahvaltıdan sonra 8 numaraya çıkacağım anne.
- Neden? Ne oldu ki?
- Ayın 5’i oldu hâlâ yatırmadı kirayı.
- Diğerleri?
- Onlar tamam. Bir tek 8 numara. 3 aydır geciktiriyor.
- Dur hele, birkaç gün beklesen.
- Yok yok. Sesimiz çıkmadı diye alışkanlık yaptı. Zaten hoşlanmıyorum adamlardan. Ayakkabılarını hep dışarıda bırakıyorlar. Köy mü burası yahu? Sonradan görmeler…
- Öyle denir mi oğlum? Seni Paris’te okutmakla hata mı yaptık nedir? Rahmetli baban derdi hep, ‘bu çocuk oralara gitti, geldiğinde kimseyi beğenmeyecek’ diye.
- Ya nesini beğeneyim? Memleketin çivisi çıktı. İpini kopartan İstanbul’a geliyor.
- Öyle deme oğlum… Senin deden de Kayseri’den gelmiş zamanında. O zamanlar buradaki rumlardan kalma köşkü ucuza kapatmasaymış sen zor okurdun Paris’lerde. Şükret dedene, yoksa bu saatte sen de herkes gibi, işe gitmek için trafikte perişan olacaktın.
- İşe gitmezdim ki ben. Burada da yaşamazdım zaten. Paris’te kalırdım herhalde.
- Zor kalırdın. Aklın hep buradaydı senin…
- …
- Kahveni getirdim. Ne oldu? Nereye bakıyorsun sen? Ne var aşağıda?
- Şu yoldan geçen, Şeyda değil mi? Yandaki apartmandan çıktı şimdi…
- Hı hı… Evet o… Ben de, bakalım ne zaman farkedeceksin diye bekliyordum.
- Nasıl yani? Yan apartmanda mı oturuyor Şeyda?
- Evet. Ayrılmış kocasından. Babadan kalma dairelerine taşınmış geçen hafta, iki çocuğuyla birlikte.
- Nasıl yani? Onlar yandaki köşkün müştemilatında oturmuyorlar mıydı? O müştemilattan daire mi almışlar?
- E canım buraların arsası değerli tabii. Babası da fena kazanmamış demek, dolmuş şoförlüğü fena para getirmiyor herhalde. Çok çalıştı adamcağız çocuklarını yetiştirmek için.
- Eeee? Neden ayrılmış ki kocasından?
- Aldatmış Şeyda’yı, iki çocuğa rağmen. Zaten zorla evlendirmişlerdi adamla. O da dolmuşçuluk yaparmış.
- Zorla mı? Nasıl yani? E döndüğümde kocaya kaçtı demediniz mi siz bana Şeyda için?
- Hı? Öyle mi dedik? Öyledir o zaman… Sana belli etmemişizdir herhalde.
- Nasıl yani? Anne! Doğruyu söylesene bana. “Aşık oldu birine, kaçtılar” demediniz mi bana, Paris’ten döndüğümde?
- Ya tamam. O zaman öyle demek zorundaydık. Aklın hâlâ Şeyda’ydı döndüğünde. Oysa onu unutasın diye gönderdi rahmetli baban seni Paris’e, gözün gönlün açılsın Şeyda’yı unutasın diye. 3 yıl sonra döndün hâlâ aklın ondaydı. Oysa biz bir torunla dönersin diye bekliyorduk seni.
- Nasıl yani? Anne… Şeyda’yı unutayım diye mi gönderdiniz beni Paris’e?
- E dedim ya işte rahmetli baban öyle istedi.
- Neden ki? Neden istemediniz siz Şeyda’yı hâlâ anlamış değilim. Evet o zaman küçüktük benim de okulum vardı, ama çok sevmiştim ben onu. Çocukluk aşkımdı o benim. Paris’teyken hep onun hayaliyle yaşadım ben.
- Biliyorum biliyorum. Hepsinin farkındaydım ben. Ama babana laf anlatmak mümkün değildi ki. Şeyda’yla evlenmene izin vermezdi kesinlikle. Sanırım, babasına para bile verdi kızı bu mahalleden uzak tutsun diye.
- Neden ama neden? Neden?
- Bak oğlum, şimdiki aklım olsaydı ben de karşı çıkardım ama, o zamanın şartları farklıydı. Darbe sonrasıydı. O zaman Avrupa’da babanın da çocukluk arkadaşı bir diplomatı öldürmüşlerdi.
- Eee? Ne alakası var şimdi bununla?
- Hah işte çok alakası var. Şeyda’nın ailesi Harput’tan gelme. Senin Şeyda’ya aşık olduğunu anlayınca araştırdık biz aileyi. Baban hiç şansa bırakmazdı bu işleri, biliyorsun. Şeyda’nın anneannesi, aslında ermeniymiş. O tehcir sırasında komşuya emanet etmişler, anne-babası sürülmüş. Sonra bir daha da haber çıkmamış onlardan. Sonra bizim Kayseri’deki akrabalarla da teyit ettik bilgiyi. Yani Şeyda’nın soyu ermeniymiş, affedersin…
- …
- Dur oğlum! Nereye gidiyorsun? Daha kahvaltı etmedin…
- …
- Hay allah… Gitti koşa koşa… Hâlâ aşık bu çocuk…
25 Mart 2015 Çarşamba
Affedersin Şeyda
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)