Kar yağdı bütün
gece. Günlerdir televizyon kanalları panikteydi, diğer haberlerin önüne
geçmişti, yüzyılın kışı haberleri, neyse ki… Herkes hazırlıklarını yaptı kara
kışa karşı. Yolculuklar ertelendi, buluşmalar sonraya atıldı, evli evine köylü
köyüne döndü çoktan.
Bütün gece bembeyazdı. Yükseklerde oturanların kartopu savaşları ve komik kardan adam fotoğraflarıyla eğlendik gece boyu. En çok da sokak kedilerine kartondan ev yapma videoları beğenildi. Dışarıdan bir kedi miyavlaması gelmişti gece, ama sonra kesildi. Herhalde birisi kapısını açmıştır diye düşündüm, rahatladı içim.
Kar yağarken
sokağın elektrik direğinden inen ışıkta öylesine romantik görüntüler vardı ki,
cep telefonumun fotoğraf seçeneğiyle, bir sürü görüntü kaydettim anı sabitlemek
için. Yağış sırasında çok hızlı uçuşuyordu kristal kar tanecikleri, hep beyaz
çizgi halinde görünüyorlardı ekranda. E olsun, o da güzeldi, altına yazarım
nasıl olsa “kar taneleri” diye.
Gece uykusuna
yatarken sokaktan çocuk sesleri geldi. Yan komşular bahçeye inmişler,
arabaların üstündeki bembeyaz kar yumaklarını birbirlerine atarak eğleniyorlar
ailecek. Anlaşıldı, yarın okullar tatil. Neden hep gece yarısı verirler ki bu
tatil haberlerini? Programsız, sürpriz tatiller hep daha sevindiricidir okullu
çocuklar için, onu mu düşünür yetkililer? Yoksa tamamen beceriksiz kent
yönetimlerinin gizli saklı itirafı mıdır? Yüzyıllardır bu kente kar yağar, her
kış birkaç gün yollar donar, ama hayatı sürdüremeyiz olduğu gibi; ne olur ne
olmaz, okulları tatil edelim, otobüsler çalışmasın yoksa başımıza çok dert
gelir telaşı. Daha çok var gerçi, ama bir sonraki seçim için risk almaya ne
gerek var?
Sabah bankaya
gidip maaşı çekmem lazım. Aslında dün yattı bankaya, ama hesaba bir gün sonra
geçiyor, o da bankaların kazancı, hizmet veriyorlar ya. İyi paraymış bilmem kaç
milyon kişinin maaşını bir gece hesapta tutmak, “röpo” dedikleri paranın
dinlenme seansı, paranın siestası yani. Siestadan fiesta çıkartıyorlar, Deli
Dumrul’dan beri herkes bir yol tutmuş kendine. Neyse ki geceden, para
aktarmalarımı yaptım bilgisayardan, teknoloji sayesinde. Sadece para çekmek
yeter caddedeki atemeden, çabucak biter işim… derken uyumuşum.
…
Sabah oldu
bile. Sokak bembeyaz. Neredeyse araba yok dışarıda. Bakkala ekmek arabası
gelmiş, biraz gecikmiş ama gazete de yetişmiş. Kaşkol, bere, eldiven, termal
yelek üzerine kaban; sımsıkı sarınıp sarmalanıp çıktım dışarıya. Ohh! Hava
tertemiz. Kar ve soğuk indirmiş bütün kirliliği yere. Ayaz yüze çarptığı anda
uyandırıyor bütün hücreleri, beyne kadar. Ayaklarımdan gelen sesi dinliyorum
yürürken, ilk insanlar müziği karda yürürken icat etmiş olabilirler.
Hızlandıkça ritim artıyor, her adım ayrı bir nota sanki.
Caddeye geldim. Yollar tuzlanmış neyse… Daha çok dolmuş ve otobüs var, tam gaz gidiyorlar. Böyle zamanlar toplu taşıma günleri. Arabalar beklesin otoparklarda, hem de tasarruf tabii ki. Benim bankanın önündeyse bir polis arabası…
Giremedim
atemeye. İçeride polisler, olay yeri inceleme ekibi. Ambulans da geldi aynı
anda. Uzaktan gördüm ben de, içeride çok da yaşlı sayılmayacak sakallı bir
adamcağız. Yerde yatıyor, karton kutuların üzerinde. Askılı, plastik bir
çantaya kafasını koymuş, kirli bir paltoyu üzerine örtmüş… “Ne oldu?” diye
sordum polis memuruna. “Gece donmuş burada” dedi. Aslında dışarıdan daha sıcak
oluyor atemeler, evsizler için en iyi korunaklar bu havalarda. Ama gece
elektrikler kesilmiş, kliması çalışmamış, dışarıdan farkı kalmamış yuvanın…
Ambulans
götürdü adamcağızı. Polis de çantayı. Çantanın içi kitap doluydu. Ağırdı.
Dışarıda da bir kitap vardı, belli ki uyumadan önce okunmuş; Platon’un Devlet’i.
Memur bey, bir elinde çantayı, bir elinde kitabı götürüyor. Geçerken, kitabın
ayracı düştü önüme, üstünde çok düzgün bir el yazısıyla kısa bir şiir yazılmış:
“Bir
vardık, bir yoktuk.
Aslında sadece bir kardık,
hayatın büyüsüne kandık.”