14 Ocak 2015 Çarşamba

Bir Vardık, Bir Yoktuk

Kar yağdı bütün gece. Günlerdir televizyon kanalları panikteydi, diğer haberlerin önüne geçmişti, yüzyılın kışı haberleri, neyse ki… Herkes hazırlıklarını yaptı kara kışa karşı. Yolculuklar ertelendi, buluşmalar sonraya atıldı, evli evine köylü köyüne döndü çoktan.

Bütün gece bembeyazdı. Yükseklerde oturanların kartopu savaşları ve komik kardan adam fotoğraflarıyla eğlendik gece boyu. En çok da sokak kedilerine kartondan ev yapma videoları beğenildi.  Dışarıdan bir kedi miyavlaması gelmişti gece, ama sonra kesildi. Herhalde birisi kapısını açmıştır diye düşündüm, rahatladı içim.

Kar yağarken sokağın elektrik direğinden inen ışıkta öylesine romantik görüntüler vardı ki, cep telefonumun fotoğraf seçeneğiyle, bir sürü görüntü kaydettim anı sabitlemek için. Yağış sırasında çok hızlı uçuşuyordu kristal kar tanecikleri, hep beyaz çizgi halinde görünüyorlardı ekranda. E olsun, o da güzeldi, altına yazarım nasıl olsa “kar taneleri” diye.

Gece uykusuna yatarken sokaktan çocuk sesleri geldi. Yan komşular bahçeye inmişler, arabaların üstündeki bembeyaz kar yumaklarını birbirlerine atarak eğleniyorlar ailecek. Anlaşıldı, yarın okullar tatil. Neden hep gece yarısı verirler ki bu tatil haberlerini? Programsız, sürpriz tatiller hep daha sevindiricidir okullu çocuklar için, onu mu düşünür yetkililer? Yoksa tamamen beceriksiz kent yönetimlerinin gizli saklı itirafı mıdır? Yüzyıllardır bu kente kar yağar, her kış birkaç gün yollar donar, ama hayatı sürdüremeyiz olduğu gibi; ne olur ne olmaz, okulları tatil edelim, otobüsler çalışmasın yoksa başımıza çok dert gelir telaşı. Daha çok var gerçi, ama bir sonraki seçim için risk almaya ne gerek var?

Sabah bankaya gidip maaşı çekmem lazım. Aslında dün yattı bankaya, ama hesaba bir gün sonra geçiyor, o da bankaların kazancı, hizmet veriyorlar ya. İyi paraymış bilmem kaç milyon kişinin maaşını bir gece hesapta tutmak, “röpo” dedikleri paranın dinlenme seansı, paranın siestası yani. Siestadan fiesta çıkartıyorlar, Deli Dumrul’dan beri herkes bir yol tutmuş kendine. Neyse ki geceden, para aktarmalarımı yaptım bilgisayardan, teknoloji sayesinde. Sadece para çekmek yeter caddedeki atemeden, çabucak biter işim… derken uyumuşum.


Sabah oldu bile. Sokak bembeyaz. Neredeyse araba yok dışarıda. Bakkala ekmek arabası gelmiş, biraz gecikmiş ama gazete de yetişmiş. Kaşkol, bere, eldiven, termal yelek üzerine kaban; sımsıkı sarınıp sarmalanıp çıktım dışarıya. Ohh! Hava tertemiz. Kar ve soğuk indirmiş bütün kirliliği yere. Ayaz yüze çarptığı anda uyandırıyor bütün hücreleri, beyne kadar. Ayaklarımdan gelen sesi dinliyorum yürürken, ilk insanlar müziği karda yürürken icat etmiş olabilirler. Hızlandıkça ritim artıyor, her adım ayrı bir nota sanki.

Caddeye geldim. Yollar tuzlanmış neyse… Daha çok dolmuş ve otobüs var, tam gaz gidiyorlar. Böyle zamanlar toplu taşıma günleri. Arabalar beklesin otoparklarda, hem de tasarruf tabii ki. Benim bankanın önündeyse bir polis arabası…

Giremedim atemeye. İçeride polisler, olay yeri inceleme ekibi. Ambulans da geldi aynı anda. Uzaktan gördüm ben de, içeride çok da yaşlı sayılmayacak sakallı bir adamcağız. Yerde yatıyor, karton kutuların üzerinde. Askılı, plastik bir çantaya kafasını koymuş, kirli bir paltoyu üzerine örtmüş… “Ne oldu?” diye sordum polis memuruna. “Gece donmuş burada” dedi. Aslında dışarıdan daha sıcak oluyor atemeler, evsizler için en iyi korunaklar bu havalarda. Ama gece elektrikler kesilmiş, kliması çalışmamış, dışarıdan farkı kalmamış yuvanın…

Ambulans götürdü adamcağızı. Polis de çantayı. Çantanın içi kitap doluydu. Ağırdı. Dışarıda da bir kitap vardı, belli ki uyumadan önce okunmuş; Platon’un Devlet’i. Memur bey, bir elinde çantayı, bir elinde kitabı götürüyor. Geçerken, kitabın ayracı düştü önüme, üstünde çok düzgün bir el yazısıyla kısa bir şiir yazılmış:

   “Bir vardık, bir yoktuk. 
     Aslında sadece bir kardık,
     hayatın büyüsüne kandık.”