- Kağıt ya da karton atıklar ayrıştığında milyonlarca ağaç kesilmekten kurtuluyor.
- Cam atıklar, geri dönüşümlü plastikler (termoplastikler) ayrıştığında petrol türevi tonlarca ağırlıkta kirletici atmosfere salınmayarak ve hayata daha fazla nefes kalıyor.
- Dönüşümsüz plastikler (termosetler) ayrıştırılarak, atıkları doğada yüzlerce yıl yok olmayarak, doğal canlı yaşam alanlarını işgal etmesinin önüne geçiliyor ve insan eliyle zaten yeterince yok edilen organik doğal yaşamın sürmesine olanak sağlanıyor.
- Kullandığımız pek çok alet edevatın bileşiminde bulunan demir, alüminyum, bakır gibi metal malzemeler geri dönüşüp eritildiğinde paha biçilmez değerde endüstriyel hammadde olarak kullanılıyor.
- Pil ya da elektronik cihazların, metal yüzeylerin kaplaması içinde bulunan ve doğada asla ve asla yok olmayan "ağır metal" tanımlı malzemelerin doğaya kontrolsüz olarak bırakılmasının, besin zinciri yoluyla canlı yaşamı tüketen, insanlar için de bilinen pek çok ölümcül hastalığın temel sebebi olduğunu tıp bilimi çok iyi biliyor artık.
28 Ocak 2016 Perşembe
Geri dönüşüm emekçileri: Onlar yoksa hayat da yok!
25 Ocak 2016 Pazartesi
“Her Ölüm Erken Ölümdür”, üzer insanı.
Üzülmez olur muyum? Üzüldüm tabii ki…
Sırasız,
zamansız, genç ölümler hep üzücüdür, kim olursa olsun.
Bir
annenin, bir babanın, çocuklarını bırakıp gitmesi ya da bir çocuğun
ana-babasını bir daha dönmeyecek şekilde terk etmesi acıdır, çok acıdır,
kalanları çok acıtır.
“Her
ölüm erken ölümdür” der şair, en erkeni de zamansız, sırasız olması…
Elbette
ben de çok üzüldüm Mustafa Koç’un ani kaybına. Eşini yalnız bırakmasına,
çocuklarını babasız bırakmasına, ailesini aniden bırakıp gitmesine…
Ama
4 yaşında Ege denizinde boğulup ölen Aylan bebekten, 3 aylıkken dedesinin
kucağında gözünün altından vurulan Mirey bebekten, kendi evinde anne-babasını
gözü önünde vurulan Dilek’ten, iki gündür bir bodrum katında yaralı hâlde
ambulans bekleyen ve kan kaybından ölen gençlerden daha fazla değil üzüntüm.
Elbette,
hiçbir acıya benzemez insanın en yakınını, canından bir parçayı kaybetmenin
acısı. Ama ölümler arasında acı yarıştırmanın, hele ki herhangi bir ölümün
ardından nefret büyütmenin akıl ve vicdan yitikliği olduğu kanısındayım.
Mustafa
Koç bu ülkenin en büyük sermaye grubunun üçüncü kuşak patronlarından bir
“burjuva”ydı. Ait olduğu sınıfın en has kapitalistiydi. Ailenin sahibi olduğu
grubun başına geçtikten sonra cirosunu %800, kârlılığını da kat be kat
büyütmüştü. Aynı sürede çalışan sayısını sadece 2 kat arttırdığına bakılırsa
verimlilik konusunda da oldukça başarılı olduğu söylenebilir.
Bu
veriler, kapitalizmin kriterleri açısından “başarı” göstergeleri… Kapitalizmde
kârın ençoklaştırılması ve sermaye birikiminin bilindik yöntemleri daha fazla
emek sömürüsü, yani artı-değerin daha fazlasına sermaye tarafından el konulması,
kamusal alanların ve kamusal olanın, doğa ve toprağın daha fazla talan
edilmesiyle mümkün olduğunu bilerek tabii ki…
Büyük
bir sermaye grubunun üçüncü kuşağı olmak, elbette iyi bir eğitim, iyi bir görgü
seviyesi demek. Sadece okulluluk anlamında değil, kültür, sanat, spor ve insani
tüm alanlarda bilgi ve insanlık birikimini de özümsemek anlamına geliyor. İyi
ve erdemli bir burjuvadan da beklenen odur hem tarihsel olarak, hem de insanlık
adına. Mustafa Koç’un bu alanda da oldukça başarılı ve ender rastlanan,
birikimli ve erdemli bir burjuva olduğu anlaşılıyor, hakkında anlatılanlara
bakılırsa.
Çalışanlarıyla kurduğu insani ilişkiler, ayrımcılığa karşı kampanyalar, yoksulların eğitimi konusunda çabaları, kan bağışı gibi konularda cömertliği elbette iyi ve erdemli bir insan olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ölümünden sonra adı hayırla ve saygıyla anılacaktır, buna hiç kuşku yok.
Ancak,
bir kişinin “erdemli ve saygıya değer bir burjuva” olması, başında olduğu
sermaye grubunun tarihsel sorumluluklarını göz ardı etme aymazlığı anlamına
gelmemeli;
+
Gezi isyanı sırasında gayet insanî bir anlayışla, polis şiddetinden canını
korumaya çalışan insanlara otelinin kapısını açması kadar doğal ve insani bir
davranış olamaz. (Elbette bunu yapan sadece Divan oteli değildi, aynı bölgede
pek çok otelin aynı davranışı gösterdiğini hepimiz biliyoruz) En büyük sermaye
grubunun bu “muhalif(!)” ve insanî davranışı göstermesi takdire şayandır
elbette. Ancak aynı zamanda, gene Gezi isyanında, öncesinde ve sonrasında da,
her türlü toplumsal muhalefeti bastırmak için devlet eliyle kullanılan TOMA,
Akrep ya da Kobra gibi araçların da tasarım ve üretiminin Koç grubuna ait
Otokar fabrikalarında tasarlanıp üretildiğini unutmamak gerekiyor…
+
Bugün cenazesine katılan, Türkiye’nin bilinen en sarı sendikası Türk Metal
üyesi işçilerin minnet borcuna karşılık, daha geçen yıl, Tofaş’ta sadece
sendikal hak mücadelesi veren 175 işçinin işten atıldığını ve hâlâ bu işçilerin
direnişinin sürdüğünü unutmamak gerekiyor…
+
Koç grubunun sermaye birikimini 8 kat arttırdığı günlerde, binlerce işçinin
çalıştığı bir kamu işletmesi olan SEKA Gölcük fabrikasının kapatılarak Demirel
tarafından, bütün itirazlara rağmen, Ford fabrikası yapılması için Koç grubuna
peşkeş çekildiğini unutmamak gerekiyor…
+
Son günlerin ilk gündem maddesi olan, Rusya’nın uydu görüntüleriyle
kanıtladığı, Suriye’nin “terörist” gruplarından gayrimeşru yollarla satın
alınan petrolün arıtılmak üzere, Kuzey Irak üzerinden nakledildiği Batman
rafinerisinin sahibinin de aynı Koç grubu olduğunu unutmamak gerekiyor…
+
Küresel kapitalizmin tüm dünyadaki hegemonya stratejilerinin belirlendiği, yani
şu meşhur her melanetin sorumlusu bildiğimiz “emperyalist üst akıl” diye
adlandırılan dünyevi toplum mühendisliğinin atölyesi, yani yeni dünyanın dizayn
edildiği “Bilderberg Kulübü”nün Türkiye Daimi Temsilcisinin de rahmetli Mustafa
Koç olduğunu unutmamak gerekiyor…
Elbette
bütün bunlar ve daha sayılmayan bir sürü veri ve bilgi, ölen bir insanın
ardından olumsuz konuşmak için yeterli bir sebep değildir.
Çağımızın
en tarihsel gerçekliği, uzlaşmaz emek-sermaye çatışması içinde durduğumuz yere
göre kendi değer yargılarımızı tanımlıyoruz, her birimiz. Dünya üzerindeki
zenginliğin giderek daha az elde toplandığı, küresel hegemonyanın giderek daha
çok arttığı, daha çok sayıda insanın giderek yoksullaştığı, buna karşılık daha
az sayıda ailenin giderek daha fazla servet biriktirdiği eşitsiz ve dengesiz
bir tarihsel zaman diliminden geçiyoruz.
Ancak,
dünyadaki bütün burjuvalar ölse bile, üretilen zenginliğin bu eşitsiz ve
dengesiz paylaşımına dayalı küresel kapitalist hegemonya devam edecektir.
Sermayenin hegemonyasının sonu sermaye sahiplerinin ölümüyle değil, eşitlikçi,
özgürlükçü, adil üretim ve mülkiyet ilişkilerinin ve demokratik bir paylaşım
sisteminin inşasıyla mümkün ancak. Bunu da unutmamak gerekiyor...
Ötesi
erdemsiz bir yanılsamadan ibarettir.
Can Çınar, 25 Ocak 2016