1984
yılında Uğur Mumcu bir yazısında Galile'nin bir sözünü hatırlatır... Aynı yıl
Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu'nda, Brecht'in “Galileo Galilei” oyununa
dairdir o yazı... O oyunu, hatırlayan hatırlar, İstiklal caddesi Baro
Han'ın alt katındaki Dostlar Tiyatrosu'nda izlemiştik...
Uğur Mumcu şunları yazar:
"…Oyunun bir yerinde Engizisyon Mahkemesi önünde yazdıklarını ve söylediklerini yadsıyan ve bundan sonra da susacağına söz veren Galile’ye öğrencisi, Andrea bir inanç ve öfke seli gibi karşı koyar. Andrea, öğretmeni Galile’nin bu yılgınlığından acı duyar ve “Yazık o ülkeye ki, kahramanlardan yoksundur” der. Galile’nin bu sözlere yanıtı çok düşündürücüdür:
“Yazık o ülkeye ki, kahramanlara ihtiyaç duyar.”
...ve devam eder... finalinde de;
"Hukuk devleti ve demokrasinin, kahramanlara gerek duyulmadan, nefes aldığımız hava, içtiğimiz su gibi doğal ve vazgeçilmez bir düzen olması, bilim özgürlüğünün hiçbir engel ve baskı ile karşılaşmadan, bilim adamlarının, Galile örneğinde gördüğümüz gibi, kişiliklerini yıkmadan gelişip güçlenmesi, kahramanlara tapınma alışkanlığını da unutturmuş olur. Kahramanlara gerek duyulan bir ülkede, herkes kendisine düşen şu ya da bu ölçüdeki bir görevi savsaklamış demektir.
Ülkemizi “kahramanlara gerek duymayan” bir ülke yapmamız çok mu güçtür?"
diye bitirir yazısını...
Demem o
ki; öncelikle bütün kahramanları (bizim de, başkalarının da) kendi tarihsel
konjonktürleri içinde değerlendirmek gerek. Nasıl ki 1500 yıl öncesinin
dinsel kitapları bugünün konjonktürüne kılavuzluk edemezse, 100 yıl öncesinin
doğruları ve yanlışlarını da bugünün referansı olarak kabul etmek de kendi
kendimizi aldatmak olur.
Evet, Atatürk Hitler'le kıyaslanamaz; bir kere Hitler seçimle iktidarı
kazanmış bir siyasetçi, Atatürk'se bir halk hareketini örgütlemiş bir devlet
adamı... Atatürk'ün Hitler'i izlediğini düşünmüyorum ama Atatürk'ün kendine
"kemalist" sıfatı takan ardıllarının savaş yıllarında nazizmin en
büyük destekçileri olduğu aşikâr. 2. Dünya Savaşı sırasında İnönü'nün
basireti olmasaydı Türkiye'nin Hitler'in müttefiki olarak savaşa girmesi kaçınılmazdı.
Atatürk dönemdaşı olarak Lenin'le kıyaslanabilir. Lenin Rusya'da geniş bir Asya coğrafyasında, Atatürk de Anadolu'da bütün Anadolu halklarını, savaşın içinde emperyalizme karşı örgütlemeyi becermişler ve ikisi de bir halk hareketiyle emperyalist işgali kırmışlar; bu nedenle de birbirlerinin en sıkı müttefikleri olmuşlar, yıllarca... Hem de, daha savaşın başında, Rusya'dan Anadolu'ya gelen Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'de Kazım Karabekir'in emriyle Topal Osman çetesi tarafından katledilmesine rağmen... (Bu emir ve katliamdan Atatürk'ün haberi ve onayı olup olmadığı hâlâ "muamma(!)'dır üstelik...)
Lenin'in Atatürk'ten farkı, sınıf mücadelesini bilen bir komünist olması ve yeni devleti, işçi-köylü-asker sovyetiyle kollektivizme dayalı anti-kapitalist bir devlet kurması oldu. Atatürk ise siyasi formasyonunu Voltaire ve Montesquieu ekolüyle oluşturan ve Fransız aydınlanmasının etkisinde bir cumhuriyetçi olarak, benzer bir yoldan, 1924 sonrasında, Anadolu'nun tüm halklarının milli mücadele içinde ittifakını sağlayarak, devlet kapitalizmini esas alan ve yerli ve milli burjuvazi yaratmaya dönük bir düzen tercih etti...
Yanlış
mı yaptı??? Bunun tarihsel olarak doğrusu ya da yanlışı olabilir mi? Tartışılır... O günün
koşullarında tarihsel gelişme çizgisi budur. Atatürk de bu çizgiyi doğru
değerlendirmiş ve nesnel gelişmeye önderlik yapmıştır. Elbette ki o dönemde
yapılan, yapılmayan birçok şey eleştirilebilir ve mutlaka da eleştirilmelidir.
Açık ve net olan şu ki, o günler o biçimde yaşanmamış olsaydı bugünler de
yaşanmayacaktı.
Değerlendirme ve eleştiriyi kişiler üzerinden değil, o günün koşulları, politikaları, etkileri ve neden oldukları üzerinden yapmak gerek, yoksa kişileri tarihin tek öznesi yapmak da, kutsallaştırmak ve dokunulmaz kılmak da tarihe ve tarihi yapanlara haksızlık olur.
Bu ülkede hâlâ kendini Atatürk yerine koymaya çabalayan hevesliler var... Yapabiliyorlar mı? Yakın tarihimiz bunun onlarca örneğiyle dolu. Binbir çeşitli bir coğrafyanın tümünün ortak önderi olmak elbette bir deha özelliğidir ama bunu sağlayan siyasi ve konjonktürel koşullar olmadan da hiç kimse hiç bir yerde önder olamaz...
Tarihi hızlandıran/ilerleten ve yavaşlatan/gerileten siyasetçileri iyi ayırt etmeli, ama önce tarihin doğal akışını doğru analiz etmek gerek. Her lider kendi yerinde ağır ve saygındır, her zaman...
Can ÇINAR, 26 Eylül 2016