O en tepede, muhteşem bir Paris panoramasından daha fazla beni
çarpan şey, kulenin tepesindeki izleme terasının, baktığınız yönde bulunan farklı
dünya şehirlerinin isimleri ve ait olduğu ülke bayrakları olmuştu. Ertesi gün,
bana iş için eşlik eden, yaşlıca bir fransıza bunu anlattığımda açıklaması çok
daha çarpıcıydı… Hayır hayır!.. “Paris Parislilerindir” falan demedi elbette… “Paris
bir dünya şehridir ve şu anda biz fransızların elinde. Biz bu şehre tüm dünya
adına sahip çıkıyoruz.” Evet!.. Aynen bunları söyledi… Üstelik, bunu söyleyen
zat, De Gaulle hayranı bir Fransız milliyetçisiydi.
Bugün, ya da yaşadığımız yakın tarihte, herhangi bir
İstanbullu, İstanbul için benzer bir cümle kurmuş olsa, eskiden devlet eliyle
ya da devlet destekli paramiliter gruplarca bilfiil, bugünse önce sosyal
medyanın trol koalisyonunca bilkuvve linçe uğrar, ardından da iktidarın sadık
yargısınca derdest edilirdi derhal…
Yaşadığımız her gün, ağzımızdan çıkan her sözcük, boğazımızdan
geçen her lokma, üzerine bastığımız her bir toprak parçası, bize onbinlerce
yıllık geçmişten kalan bir miras, hem de sadece üzerinde yaşadığımız
coğrafyanın değil, yerkürenin her bir noktasının tüm geçmişinin mirası. Bizi,
biz yapan, insan yapan olağanüstü bir tarihsel zenginliğin ürünüyüz her
birimiz. Hem de, öyle bir tarih ki, kendisine binlerce yıldır yapılan onlarca
ihanete rağmen, inatla, direne direne o zenginliği bize, bugüne taşımış bir
tarih bu.
İnsanlığın tarihi, egemenlerin, salt kendi iktidarları biraz
daha sürebilsin diye, önlerine takılan her devrin kendine ait kutsallık
sıfatlarıyla yağmalanmış, talan edilmiş, yakıp yıkılmış, yok edilmiş ama tüm
bunlara rağmen unutulmamış eserlerin kayıtları ve anılarıyla dolu. Neron’un
yaktığı antik Roma şehri… Binlerce yıllık bilim ve düşünce tarihinin yazılı
kayıtlarının saklandığı ve yakıp yok edilen İskenderiye kütüphanesi… Kudüs’ü müslümanlardan
kurtarmaya giden haçlı ordusunun yakıp, yıkıp, talan ettiği zamanın İstanbul’u…
Sınır tanımayan yayılmacı kapitalizmin iki dünya savaşı boyunca bombalarla
yakıp yıkıp yok ettiği Avrupa kentleri, Hiroşima, Nagazaki… Daha bu yüzyılın
başında Afganistan’da Taliban’ın yıktığı dev Buda heykelleri… Hemen yanı başımızda,
Suriye’de, İŞİD’in yok ettiği tarihi Ninova kenti… Tüm bu tarih katliamlarının
ortak yanı, kutsanmış hırslar uğruna egemenlerin gücüyle işlenmiş olması ve hepsinden
önemlisi, tüm bu suçların işlenmesine, esas fail olan iktidarların talanına göz
yuman, rıza gösteren ve suça, suçluya meşruluk kazandıran ahali… Üstelik, hepsi
de özünde aynı anlamı taşıyan o “kutsallık” adına…
Her iktidar, varlığını sürdürmek için, kendini meşru kılmak
zorunda. Bazen zor yoluyla, bazen talandan ganimet, ulufe ya da rüşvet
dağıtarak, bazen de en hassas kutsallıkları okşayarak. Ama, ne olursa olsun,
tarihin hiç bir zaman unutmadığı yine o katledilen tarihsel miras ve asla
katliamı yapan talancılar değil. Bizler, hâlâ bugün bile, geçmişimizde izi
kalan eserleri hatırlıyor ve bizim mirasımızı yok etmeye çalışan talancı,
katliamcı kişilikleri asla küfürsüz anmıyoruz. Bu da tarihin bir cilvesi olsa
gerek…
Paris bir dünya kenti, evrensel bir miras… Evet… İstanbul da
öyle… Kudüs de… Roma da… Ninova da… Hasankeyf de… Amazon ormanları da… Çin
seddi de… Ayasofya da… Kabe de…
Bu şehirlerin, bu şehirlerde yüzyıllardır yaşanan hayatların,
bu hayatların ürettiği zenginliğin eseriyiz her birimiz… Bugünümüz de öyle… Yarın
da, çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşayacağı hayatlar da bugünden, bizlerin onlara
mirası olacak. Artık ne bırakabilirsek, bu devrin yağma ve talanından elbette,
ne kadarına izin verebilirsek…
İstanbul’un en eski göbeğinde yer alan, 1500 yıllık bir
bazilika “Aya Sofya”… Yani “Hagia Sophia”… Yani “Hacı”, yani “kutsal bilgelik”…
Bugüne dek, hep bilgeliğin ışığını yaymış dünyanın dört tarafına. Birilerinin
değil herkesin, tüm insanlığın ortak mirası… Kurgusal görüntüsü ne olursa olsun,
görünen şekil ne olursa olsun, her ne kutsallık adına olursa olsun, bu mirası
korumak ve geleceğe taşımak bizim neslimizin görevi, kendimiz için değil
elbette, çocuklarımız ve torunlarımız adına…
Elbette talanın ne kadarına izin verirsek, o kadarı elden
gidecek bu mirasın… O kadar ihanet etmiş olacağız tarihin emanetine… O kadar
kaybetmiş olacağız insanlık özelliğimizi… Bizleri de, suç ortaklığını
yaptığımız katliamcıları da hiç kimse hayırla anmayacak sonrasında, ama Aya
Sofya, o kutsal bilgelik ışığıyla sadece adıyla da olsa, geçmişinden taşıyıp her
devirde aydınlatacak geleceğin hayatlarını da…