10 Temmuz 2020 Cuma

Ayasofya ibadete açıldı. Tamam da, sadece ibadete mi?

Yıllar önce, Paris’e ilk gidişimde, ne şanslıyım ki, Eyfel kulesinin tepesine çıkma şansım olmuştu. Jules Verne’in en sevdiği yermiş orası, çünkü Eyfel, o koskoca çelik yığını, sadece o noktadan görünmezmiş…

O en tepede, muhteşem bir Paris panoramasından daha fazla beni çarpan şey, kulenin tepesindeki izleme terasının, baktığınız yönde bulunan farklı dünya şehirlerinin isimleri ve ait olduğu ülke bayrakları olmuştu. Ertesi gün, bana iş için eşlik eden, yaşlıca bir fransıza bunu anlattığımda açıklaması çok daha çarpıcıydı… Hayır hayır!.. “Paris Parislilerindir” falan demedi elbette… “Paris bir dünya şehridir ve şu anda biz fransızların elinde. Biz bu şehre tüm dünya adına sahip çıkıyoruz.” Evet!.. Aynen bunları söyledi… Üstelik, bunu söyleyen zat, De Gaulle hayranı bir Fransız milliyetçisiydi.

Bugün, ya da yaşadığımız yakın tarihte, herhangi bir İstanbullu, İstanbul için benzer bir cümle kurmuş olsa, eskiden devlet eliyle ya da devlet destekli paramiliter gruplarca bilfiil, bugünse önce sosyal medyanın trol koalisyonunca bilkuvve linçe uğrar, ardından da iktidarın sadık yargısınca derdest edilirdi derhal…

Yaşadığımız her gün, ağzımızdan çıkan her sözcük, boğazımızdan geçen her lokma, üzerine bastığımız her bir toprak parçası, bize onbinlerce yıllık geçmişten kalan bir miras, hem de sadece üzerinde yaşadığımız coğrafyanın değil, yerkürenin her bir noktasının tüm geçmişinin mirası. Bizi, biz yapan, insan yapan olağanüstü bir tarihsel zenginliğin ürünüyüz her birimiz. Hem de, öyle bir tarih ki, kendisine binlerce yıldır yapılan onlarca ihanete rağmen, inatla, direne direne o zenginliği bize, bugüne taşımış bir tarih bu.

İnsanlığın tarihi, egemenlerin, salt kendi iktidarları biraz daha sürebilsin diye, önlerine takılan her devrin kendine ait kutsallık sıfatlarıyla yağmalanmış, talan edilmiş, yakıp yıkılmış, yok edilmiş ama tüm bunlara rağmen unutulmamış eserlerin kayıtları ve anılarıyla dolu. Neron’un yaktığı antik Roma şehri… Binlerce yıllık bilim ve düşünce tarihinin yazılı kayıtlarının saklandığı ve yakıp yok edilen İskenderiye kütüphanesi… Kudüs’ü müslümanlardan kurtarmaya giden haçlı ordusunun yakıp, yıkıp, talan ettiği zamanın İstanbul’u… Sınır tanımayan yayılmacı kapitalizmin iki dünya savaşı boyunca bombalarla yakıp yıkıp yok ettiği Avrupa kentleri, Hiroşima, Nagazaki… Daha bu yüzyılın başında Afganistan’da Taliban’ın yıktığı dev Buda heykelleri… Hemen yanı başımızda, Suriye’de, İŞİD’in yok ettiği tarihi Ninova kenti… Tüm bu tarih katliamlarının ortak yanı, kutsanmış hırslar uğruna egemenlerin gücüyle işlenmiş olması ve hepsinden önemlisi, tüm bu suçların işlenmesine, esas fail olan iktidarların talanına göz yuman, rıza gösteren ve suça, suçluya meşruluk kazandıran ahali… Üstelik, hepsi de özünde aynı anlamı taşıyan o “kutsallık” adına…

Her iktidar, varlığını sürdürmek için, kendini meşru kılmak zorunda. Bazen zor yoluyla, bazen talandan ganimet, ulufe ya da rüşvet dağıtarak, bazen de en hassas kutsallıkları okşayarak. Ama, ne olursa olsun, tarihin hiç bir zaman unutmadığı yine o katledilen tarihsel miras ve asla katliamı yapan talancılar değil. Bizler, hâlâ bugün bile, geçmişimizde izi kalan eserleri hatırlıyor ve bizim mirasımızı yok etmeye çalışan talancı, katliamcı kişilikleri asla küfürsüz anmıyoruz. Bu da tarihin bir cilvesi olsa gerek…

Paris bir dünya kenti, evrensel bir miras… Evet… İstanbul da öyle… Kudüs de… Roma da… Ninova da… Hasankeyf de… Amazon ormanları da… Çin seddi de… Ayasofya da… Kabe de…

Bu şehirlerin, bu şehirlerde yüzyıllardır yaşanan hayatların, bu hayatların ürettiği zenginliğin eseriyiz her birimiz… Bugünümüz de öyle… Yarın da, çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşayacağı hayatlar da bugünden, bizlerin onlara mirası olacak. Artık ne bırakabilirsek, bu devrin yağma ve talanından elbette, ne kadarına izin verebilirsek…

İstanbul’un en eski göbeğinde yer alan, 1500 yıllık bir bazilika “Aya Sofya”… Yani “Hagia Sophia”… Yani “Hacı”, yani “kutsal bilgelik”… Bugüne dek, hep bilgeliğin ışığını yaymış dünyanın dört tarafına. Birilerinin değil herkesin, tüm insanlığın ortak mirası… Kurgusal görüntüsü ne olursa olsun, görünen şekil ne olursa olsun, her ne kutsallık adına olursa olsun, bu mirası korumak ve geleceğe taşımak bizim neslimizin görevi, kendimiz için değil elbette, çocuklarımız ve torunlarımız adına…  

Elbette talanın ne kadarına izin verirsek, o kadarı elden gidecek bu mirasın… O kadar ihanet etmiş olacağız tarihin emanetine… O kadar kaybetmiş olacağız insanlık özelliğimizi… Bizleri de, suç ortaklığını yaptığımız katliamcıları da hiç kimse hayırla anmayacak sonrasında, ama Aya Sofya, o kutsal bilgelik ışığıyla sadece adıyla da olsa, geçmişinden taşıyıp her devirde aydınlatacak geleceğin hayatlarını da…