14 Mayıs günü hepimiz dizildik ve bir poz verdik seçim sandıklarının önünde. Bir fotoğraf çektirdik ama hiç kimse beğenmedi çıkan fotoğrafı. Aslında acayip bir hayal kurmuştuk hep birlikte, birbirimizin hayallerini besleye besleye. Ama bir de baktık ki, başımızın üstündeki hayal balonu patlayıvermiş… ve bir anda aslında hiç yabancı olmadığımız bir gerçeklikle yüz yüze, birbirimizle de baş başa kalıvermişiz…
Ne ummuştuk acaba?.. Bu ülkeye ve rejime 100 yıldır
hakim olan bir devlet iktidarının bir gecede pılısını pırtısını toplayıp
gideceğini mi?
Ekte çok partili sisteme geçtiğimizden bu yana yapılan
genel seçim sonuçlarının bir kıyaslaması var. Siyasi partilerin oy oranlarını,
genel kabul gören “sol”/”sağ” ayrımına göre kıyasladığımızda görünen manzarada
1950’den bu yana bir değişiklik yok. 1950 sonrasında ortaya çıkan partilerin
de, gerçekte, cumhuriyetin kurucusu CHP’nin içinden çıktığını, hatta
cumhuriyeti kuran kadroların da, son Osmanlı Meclisi’nden gelen mebus kadrolar
olduğunu düşünürsek Türkiye siyasetini belirleyen temsiliyetin özünde de 100
küsur yıldır bir değişiklik olmadığını görebiliriz.
1950’den bu yana, gelişen toplumsal muhalefete zaman
zaman darbe ve muhtıralarla ince ayarlar verilerek, hep sanki bir siyasi
rekabet havası varmış gibi, sanki seçimlerle iktidarlar değişecekmiş gibi naif
bir hayali birkaç kuşaktır bizim kafamıza kakmaya çalışan bir rejim var bu
ülkede. Her defasında da, her seçim öncesinde bu hayal pişirilip pişirilip
önümüze konuyor. Belirli aralıklarla, siyasi kadroların yüzü ve ismi değişse
bile, sonunda hep ama hep kasa kazanıyor, devran dön(e)miyor. Kazanan yine ve
tekrar o bilindik devlet iktidarı oluyor.
Son seçimde de, o büyük hayallerimize rağmen, değişen
hiçbir şey olmadı… Yine olmadı…
1950’den bu yana, her seçimde görünen, %60-65 sağ /
%35-40 sol oy dengesi yine bozulmadı. Acayip olansa, yine ve her seçimde olduğu
gibi, sanki büyük bir fiyaskoymuş gibi, sanki hiç beklenmedik bir sonuçmuş
gibi, sanki o pozu hep birlikte vermemişiz gibi, sanki 100 yıllık toplumsal
gerçekliği değiştirmek için emek harcamışız gibi, sanki hepimizin beslendiği bu
rejime, hepimizin uyumlandığı bu düzene direnmişiz gibi, bu acayip tüketim
dünyasından vazgeçmek istiyormuşuz gibi, bize dokunmayan yılan bin yaşasın
demekten vazgeçmişiz gibi, hep aynı ezberlerle davranıp farklı bir sonuç
bekliyoruz.
Elbette bu paradigma değişir ama seçimler ancak ve
ancak bize değişeni gösterir. Seçimler başlangıç değil sonuçtur. Seçimle sonucu
değiştiremeyiz ancak değişimin sonucunu görebiliriz. Hiçbir şey yapmadan,
konfor alanlarımızdan çıkmadan, eşitsizliği, adaletsizliği, yoksulluğu yaratan
koşullara direnmeden, birlikte, yan yana durmamak için kırk dereden su
getirerek, kendine kurtarıcılık görevi vehmettiğimiz günah keçilerinin yerine,
bir sonraki seçimde döveceğimiz yeni keçiler arayarak bu düzenin kendi kendine
değişeceğini ummak safiyane bir aymazlık değilse nedir ki?.. Artık ya her
birimiz elimizi taşın altına sokacağız ya da hep alıştığımız gibi, yeni
hayaller kurup, her defasında da o hayallerin de suya düşmesinden mazoşist bir
zevk alarak hayatımız devam edecek…
Hadi bizler alıştık da, ya çocuklarımız, ya
torunlarımız?..