26 Mayıs 2025 Pazartesi

İlhan Şeşen’e veda

Ankara’dan abim geldi” dediğinde sevmiştim İlhan Şeşen’i. Aslında çok daha önceleri de vardı Amca ve yeğenlerin izi hayatımda. Yıllar önce, tiyatro sahnesinde Ferhan Şensoy ve Hümeyra’nın sahnelediği “İçinden tramvay geçen şarkı” oyunun sahnesindeydiler Amca ve yeğenler. Ama o seksenlerin koşullarında fazla politik görünmüyorlardı muhtemelen ki çok da iz bırakmamışlar. Ama işte, sonrasında “Ankara’dan abim geldi” dediğinde belleğimi harekete geçirmişti o yumuşacık ses ve tınısı.

Benim de çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda hep Ankara’dan abimler gelirdi. Daha ilkokul yıllarında, Eskişehir’deyken Yalçın abim Ankara’dan geldiğinde evde gerçekten bir bayram havası eserdi. Ailecek toplanırdık sofranın başında. Sonra, ortaokul yıllarında, İstanbul’dayken bu sefer Kaya abimler gelirdi Ankara’dan. Bu gelişler de benim bayramımdı her defasında. Ya birlikte bir konser ya da bir tiyatroydu her ziyaretin ödülü. Hayatımın en güzel ilkleri vardır o gelişlerin her birinde.

Yıllar sonra “Nazım Hikmet memleket” dediğinde Amca Şeşen’in değeri katlandı kulaklarımda. Ne güzel diyordu;

“Seni dünya paylaşamıyor, şiirlerin bin dilde, 
Seni senden okumak var ya, seninle aynı dilde. 
Mezarın orada olsa, burada olsa ne olur, 
Tepende bir taş olsa, çınar olsa ne olur. 

Nazım Hikmet memleket, 
Memleket Nazım Hikmet! 
Kafiye için yazmadım, 
Hasret sana memleket.”

Sonraları, Datça’ya geldiğimizde, Can Yücel Kültür Sanat Festival’inde ağırlamak şansına eriştik yeğenleri. Ne de güzel coşmuştuk hep birlikte. Ama hastaydı Amca Şeşen, gelememişti.

Ve bugün yitirdik ne yazık ki Amca İlhan Şeşen’i. Kim bilir belki de Ankara’ya abimlere selam götürmüştür. Belki orada da bir bayram havası vardır şimdi. Bizlere ne mutlu ki, Amca’dan bize kalan en insani söz ve tınılarla canlanacak en güzel duygularımız, hep Gündoğarken.

Gidenlere sonsuz ışıkla, hep sevgi ve bitmeyen özlemle.



21 Mayıs 2025 Çarşamba

Çöp değil atık!..

Geçtiğimiz günlerde Datça Belediyesi sosyal medya hesabından haklı bir serzeniş yayınladı. Kullanılan görsellere bakıldığında belediyenin düzenli olarak toplamakla yükümlü olduğu ve topladığı çöp konteynerlerinin çevresi anormal bir atık dağı olmuştu ve Datça Belediyesi şunları yazdı:

Bu Görüntüler Datça’ya Yakışmıyor!

Turizm sezonu başlarken, işletmelerin bahçe budama, tadilat ve temizlik faaliyetleri artıyor. Ancak bazı işletmeler, sorumluluğu üzerinden atarak, eski eşyalarını, bahçe atıklarını ve inşaat kalıntılarını çöp konteynerlerinin yanına bırakmayı alışkanlık hâline getiriyor.

Her gün düzenli olarak toplanan konteynerlerimizin etrafının bu şekilde kirletilmesi sadece çevre kirliliği değil, aynı zamanda Datça’nın imajına da zarar veriyor.

📌 Geri dönüşüm kafesleri bahçe atıkları için değildir.

📌 Çöp konteynerleri tadilat atıklarının yeri değildir.

📌 Bu sorumsuzluk, hepimizin yaşadığı ortak alanlara zarar veriyor.

Temiz bir Datça hepimizin sorumluluğu.

Lütfen bu güzel kenti kirletmeyin. Yayınlanan fotoğraflardaki kirliliğe sebep olan işletmelerin tespiti için çalışma başlatılmış olup gerekli cezai işlem en yüksek tutar üzerinden uygulanacaktır.

Denetimlerimiz tüm mahallelerimizde yapılmaya devam edecektir.

Ne yazık ki bu manzaralara her yaz sezonu başlangıcında, Datça’nın tüm mahallelerinde sıklıkla rastlıyoruz. Evet, yerel yönetimlerin çöpleri toplamak sorumluluk ve yükümlülüğü var, doğru. Peki ama her atık çöp müdür? Çöp nedir? Atık nedir? Atıkları çöplerden ayırmadan bu kirliliğin önü alınabilir mi?

Bakın TDK “çöp”ü şöyle tanımlıyor: “Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.” Çağımızın ansiklopedisi Wikipedia’da da şu tanıma rastlıyoruz: “işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır.” Bu tanımlamalara göre, çöp dediğimiz nesnelerin ortak özelliği “yararsız”, “işlevini yitirmiş”, “kullanılamaz” olması diyebiliriz.

Dilimize de yerleşmiş, “üzümün çöpü, armudun sapı” gibi, soğanın kabuğu gibi ya da artık evde kullanım ömrünü tamamlamış her türlü malzemeyi çöp olarak adlandırmak mümkün. Zaten bundan yüzyıl önceki yaşam biçimlerimize baktığımızda çöp dediğimiz malzemeyi toplamaya da gerek yoktu. Doğaya terk edilen çöpler, zaten doğadan geldikleri için, kısa bir zaman diliminde çürüyerek yeniden doğaya dönüyorlar ve başka doğal yaşam biçimlerine de enerji sağlıyorlardı.

Ama artık devir değişti. Çöp dediğimiz doğal malzemelerin yerini artık devasa hacimlerde endüstriyel atıklar almış durumda. Peki “atık” dediğimiz nedir ki? Yine TDK atığı: “üretimden tüketime kadar olan tüm aşamalarda ortaya çıkan ve kullanıcının artık işine yaramayan maddeler” diye tanımlıyor. Yine Wikipedia da “kullanılmış, artık istenmeyen ve çevre için zarar oluşturan her türlü madde” olarak tanımlıyor atığı. “Atık” kavramını tanımlayan başlıca özellik ise “kullanılmış”, “istenmeyen” ve “çevre için zararlı” tanımlamaları var.

Sonuç olarak; şunu söylemek mümkün: her atık çöp değildir, her çöp de atık olmayabilir. Ancak bu iki kavramı birbirinden ayıran iki temel özelliğe bakarak; “çöp” her zaman var olan “doğal” bir fazlalık, “atık” ise yeni teknoloji çağında insan eliyle ve endüstriyel olarak üretilen ve tüketildikten sonra yok edilmesi gereken “zararlı” malzemeler olarak (kabaca) tarif edilebilir.

İçine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız teknoloji çağı dehşet miktarlarda bir tüketim furyası yarattı. Artık insanlar ihtiyaçlarının çok daha fazlasını tüketir oldular. Kapitalizmin arz-talep yasası da bu arsız tüketim pazarına cevap verebilmek için sonunu düşünmeden, kitlesel bir üretim furyasına dönüştürdü endüstriyi. Artık ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz her malzeme evimize, çok daha fazla miktarda endüstriyel atıkla birlikte geliyor. Ürünlerin, kullanılmayan ambalaj miktarları bile ihtiyacımız olan üründen çok daha fazla yer işgal ediyor, dolayısıyla da artık ihtiyaçlarımızı çok daha yüksek maliyetlerle karşılıyoruz. Üstelik “atık” dediğimiz bu malzemelerin üretimi sırasında doğadan çalınan ve doğaya salınan bedel de cabası.

Kaçınılmaz olarak evlerimize gelen ihtiyaçların fazlasını atık olarak uzaklaştırmak gereği de ortaya çıkıyor. Büyük şehirlerde bu sorun birkaç kanaldan çözülüyor. Öncelikle sokaklarda boylarının iki üç katı arabaları sürükleyerek gün boyu çalışan “geri dönüşüm emekçileri” atıkları ayrıştırarak bulunduğumuz ortamdan uzaklaştırıyorlar. Sonrasında artık ciddi bir ekonomik sektör hâline gelen “geri dönüşüm” endüstrisiyse, bizim atık diye kurtulmaya çabaladığımız malzemeleri kayda değer bir ekonomik kazanca dönüştürüyor.

Neredeyse tüm endüstriyel atıklar üretildikleri malzemelerin türüne göre (metal, plastik, cam vb) ayrıştırıldıktan sonra çeşitli biçimlerde geri kazanılabiliyor, en azından doğaya karışmasının önüne geçilebiliyor. (Geri dönüşüm endüstrisinin yarattığı devasa enerji tüketimi ve çevreye zararları da ayrı bir tartışma konusu elbette). Yine büyük kentlerde, yerel yönetimlerin denetimindeki çöp ayrıştırma istasyonlarında da toplanan çöplerin içindeki geri dönüşüme uygun malzemelerin ayrıştırılması da hem yerel yönetimlere ekonomik kazanç sağlıyor, hem de devasa bir nüfusun yaşadığı büyük kentlerin çevre topraklarının bir çöp yığını olmasını engelliyor.  

Azıcık empati yaparak, "çöp" diye evin dışına atıp kurtulduğumuzu sandığımız atıkların izini sürebilsek, ilginç bir macera çıkacak aslında karşımıza. Aynı torbanın içine atıp evin dışına attığımız her şeyin geri dönüşüm sektörü sayesinde yeniden kullanılabildiği bir teknolojik çağda yaşıyoruz. Yeter ki, bu malzemeler birbirinden ayrışabilsin:
  • Kağıt ya da karton atıklar ayrıştığında milyonlarca ağaç kesilmekten kurtuluyor.
  • Cam atıklar, geri dönüşümlü plastikler (termoplastikler) ayrıştığında petrol türevi tonlarca ağırlıkta kirletici atmosfere salınmayarak ve hayata daha fazla nefes kalıyor.
  • Dönüşümsüz plastikler (termosetler) ayrıştırılarak, atıkları doğada yüzlerce yıl yok olmayarak, doğal canlı yaşam alanlarını işgal etmesinin önüne geçiliyor ve insan eliyle zaten yeterince yok edilen organik doğal yaşamın sürmesine olanak sağlanıyor.
  • Kullandığımız pek çok alet edevatın bileşiminde bulunan demir, alüminyum, bakır gibi metal malzemeler geri dönüşüp eritildiğinde paha biçilmez değerde endüstriyel hammadde olarak kullanılıyor.
  • Pil ya da elektronik cihazların, metal yüzeylerin kaplaması içinde bulunan ve doğada asla ve asla yok olmayan "ağır metal" tanımlı malzemelerin doğaya kontrolsüz olarak bırakılmasının, besin zinciri yoluyla canlı yaşamı tüketen, insanlar için de bilinen pek çok ölümcül hastalığın temel sebebi olduğunu tıp bilimi çok iyi biliyor artık.


Peki bu ayrıştırma ve uzaklaştırma gerekliliği Datça’da ne kadar mümkün?

“Geri dönüşüm” sürecinin iki temel aşaması var: öncelikle atıkların ayrıştırılması, sonra da hacimlerinin azaltılarak taşınabilir olması. Bu iki süreç tamamlanmadan herhangi bir atıktan kurtulmak mümkün değil.

Eğer “ayrıştırma” işlemi yerinde yapılabiliyorsa, çok düşük maliyetlerle yolun bir kısmı kat edilmiş oluyor. O nedenle dünyanın pek çok gelişmiş bölgesinde, fabrikalarda, marketlerde, işyerlerinde hatta mahallelerde önce çöp ve atıkların sonra da atıkların kendi içinde malzemelerine göre ayrıştırılmasına yönelik “çevre yönetim sistemleri” kuruluyor. Bu uygulamaya katılım teşvik ediliyor, uymayanlara cezalar uygulanıyor. Datça’da da kimi bölgelerde yerel yönetim tarafından yerleştirilen, çöp konteynerlerinden ayrı atık istasyonlarını görüyoruz. İsteyen kullanıyor ama ne kadar biliniyor ne kadar yeterli ve ne kadar bilinçli kullanılıyor tartışılır elbette.

Çöp konteynerlerinin içinde ve çevresinde yığılan ambalaj atıkları yığınları ne yazık ki artık gözümüzün alıştığı çirkin manzaralar. Özellikle Datça’nın rüzgârlı havalarında, konteyner dışına bırakılan bu atıkların çevreye yayılması da tüm yetkilileri de çaresiz bırakıyor. Ne yazık ki Datça’da, büyük şehirlerdeki gibi çöp konteynerlerinin çevresinden atık toplayan “geri dönüşüm emekçileri” yok. Yerel yönetim ise resmi nüfusu 20-25 bin olan bir kentte, kışın iki, yazın üç-dört katından fazla bir nüfusun çöplerini toplamak zorunda kalıyor, bu da ancak konteynerleri boşaltmakla sınırlı kalıyor. Oysa özellikle dayanıklı tüketim maddeleri gibi endüstriyel üretim yapan markaların, ürünlerin satışından sonra nakliye sırasında koruyucu olarak kullandıklarını ambalaj malzemelerini geri toplamak ve geri dönüşümünü sağlamak gibi yasal yükümlülükleri var.

Yine çöp konteynerleri yanına evden uzaklaştırma gerekçesiyle bırakılan pek çok yatak, eski mobilya, koltuk vb ev ürünlerinin de özellikle sıcak havalarda bir sigara izmariti nedeniyle yanıp tutuştuklarına da sıklıkla şahit oluyoruz. (Bkz: 30 Eylül 2024 tarihli haberimiz)

Yerinde olmasa bile toplama merkezlerinde ayrıştırılabilen atıklar ise çeşitli biçimlerde yeniden kullanılmak üzere değerlendirilebilir ve bir ekonomik kazanç yaratabilir. Doğal olmayan, endüstriyel bir ürün olarak atıkların geri dönüşümü ya da yeniden kullanılması sağlanmadıkça, bu atık ürünlerin doğada çözünmeden, yok olmadan yüzyıllarca kaldığını artık hepimiz biliyoruz. Okyanuslarda bu atıklardan oluşan devasa adalar oluştuğu bir gerçeklik. Her yıl yüzbinlerce turisti ağırlayan Datça yarımadasında sadece bir yıl içinde ortaya çıkan atıkların geri dönüşümü sağlanmadıkça, birkaç yıl sonra yarımadanın coğrafyasında devasa bir atık cehennemi görmemiz kaçınılmaz olacak maalesef.

Gerek yerinde ayrıştırılan gerekse toplama merkezlerine geldikten sonra malzeme türlerine göre ayrıştırılan atıkların öncelikle hacimlerinin azaltılması gerekiyor. Cam atıklar kırılarak, plastik veya metal ambalaj atıkları preslenip sıkıştırılarak taşınabilir bir hâle geldikten sonra sınıflandırılıp yeniden kullanılabilir bir hammaddeye dönüşebilir.

Elbette Datça’da bu atıkları yeniden kullanabilen veya geri dönüştürebilen bir tesis olmadığı için, bu atıkların önce Marmaris ve Muğla üzerinden ülkedeki farklı endüstriyel bölgelere gitmesi gerekecek ki bu da bugünün şartlarında çok ciddi bir yol ve lojistik maliyet anlamına geliyor. Ucuz hammaddenin yüksek maliyetlerle taşınması ne kadar ekonomik, bu da tartışılabilir bir durum. Belki deniz yolu daha ekonomik, alternatif bir nakliye yöntemi olabilir, bunun sağlıklı, ekonomik ve ekolojik koşulları yaratılabilir… (mi? )

“Ayrıştırma” sorunu Datça’da yerel yönetim ve yurttaşların bilinçli katkıları ve çabasıyla çözümlenebilir ancak sonrasında atıkların yarımadadan uzaklaştırılması ve ekonomik bir kazanca dönüştürülmesi Datça’nın yerel boyutunu aşan bir sorun. Sadece yol ve mesafe engeli bile yapılabilirliğini önemli ölçüde engelliyor. Ancak bu durum ekonomik olmasa da ekolojik bir zorunluluk. Bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve Muğla Büyükşehir Belediye’sinin katkılarına ihtiyaç kaçınılmaz görünüyor. Datça Belediyesi’nden de bu konuda daha etkili projeler üretmesi ve gerekli destekleri, doğru adreslerden sağlaması da Datçalı yurttaşlar olarak beklentimiz olmalı.

https://dayanisma-datca.org/cop-degil-atik

 

21 Mayıs 2025, Can ÇINAR

 

 

 

 

 

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Güne dair notlar: “Ya… Ya da…”

#Demokrasi, niteliği temsiliyetçi de olsa katılımcı da olsa, çoğulcu bir rejim. Farklılıkların bir arada, özgürce kendini ifade edebildiği, barış içinde yanyana durabildiği, çoksesliğin zenginliği ile ayrımsız, herkesin kendini geliştirme fırsatını yaşayabildiği, dolayısıyla bugün için bizlerin ancak hayal edebildiği bir dünya...

Demokrasinin olmadığı yerdeyse her birimizin kendini "taraf" olarak tanımladığı ikilikler içinde yaşıyoruz:

Ya barıştan yanayız ya da savaştan;

Ya sevgiden yanayız ya da nefretten;

Ya özgürlükten yanayız ya da baskıdan;

Ya ezilenlerden yanayız ya da iktidardan;

Ya adaletten yanayız ya da zulümden;

Ya dostluktan yanayız ya da düşmanlıktan;

Ya kardeşlikten yanayız ya da hainlikten;

Ya üretken bir dayanışmadan yanayız ya da ölümcül bir rekabetten;

Ya yaşamdan yanayız ya da ölümden;

Ya gündüzden yanayız ya da geceden;

Ya aydınlıktan yanayız ya da karanlıktan;

Ya beyazdan yanayız ya da siyahtan...

Dışladığımız her kavram ve duygu bizi karşıtına dönüştürüyor bu ikiliğin içinde. Önemli olan nerede durduğumuzu, neden ve hangi tarafta durduğumuzu duygularımızla ve önyargılı koşullandırmalarımızla değil bilincimizle tanımlayabilmek, sebep ve sonuçlarıyla kendimizi anlayabilmek. Sadece bizim değil, çocuklarımızın da torunlarımızın da yaşayacağı ülkenin ortamını bizim kendimiz için yapacağımız seçimlerimiz belirleyecek.

Seçim de karar da gelecek de bizim❗️

Ama ve illaki hep #AklınYoluOrtakVicdan❗️

Bu yazı 15 Mayıs 2025 tarihinde, dayanisma-datca.org sitesinde yayınlandı: https://dayanisma-datca.org/ya-ya-da/