Bu sayfada tanıdığım, arkadaşım olan hiç kimsenin "PKK silah bırakmamalı, savaşa devam etmeli" diye düşündüğünü sanmıyorum. (Böyle düşünen, "ah keşke" diye içinden geçiren birileri varsa, derhal sessizce, arka kapıdan bu sayfayı terk edebilir).
Sebepleri bir yana, gelinen noktada 40 yıldır iki "devlet/örgüt" arasında süren bir savaşın sona ermesi elbette ki kıymetli. Tarih boyunca her savaş sonunda taraflar arasında bir "barış"la sonlanmış. Bugün de öyle bir barış olasılığı var...
Sonuçta bölgesel ve uluslararası konjonktür bunu gerektirdi. Anlaşılıyor ki, oluşan yeni dengeler içinde savaşa devam etmek her iki tarafa da kaybettirecek: Rusya'nın Ukrayna'da amacına ulaşamaması, Suriye'deki gücünü de zayıflattı. İsrail Orta Doğu'daki etki alanını hem ABD'nin hem de S.Arabistan ve Katar'ın desteğini alarak büyüttü. Bu güçle de bölgede İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas etkisini yok etmeye girişti. AB'nin de desteğiyle büyük ölçüde başarılı oldu. Dolayısıyla Orta Doğu'da güç dengeleri değişti. Anlaşılan o ki, bölge yeniden yapılandırılıyor.
Türkiye devleti de, örgütlü (silahlı/silahsız) kürt hareketi de bu yeni dengelere göre pozisyon almak zorundalar. Bu yeni pozisyon için ilk yönlendirmenin devlet adına Bahçeli'den gelmesi de şaşırtıcı değil. Devletin MIT aracılığıyla Öcalan'ı devreye sokması da, onun hâlâ geçerli olan etki alanından yararlanmak istemesi de sonuç almak isteyenler için hiç şaşırtıcı değil.
İktidar partisi AKP ve yönetimiyse bu yeni dengeler içinde kendisi için en kârlı hamleyi yapmak için baştan beri sotada bekledi. ABD'ye, İsrail'e, Katar ve Arap sermayesine rağmen bir tavır almadı. Süreci yürüten devlet kadrolarına da engel olmadı. Pragmatizmin gereği olarak da sürecin geleceği noktada, yeni düzende nasıl taşeronluk yaparım ve ne kadar para gelir hesabında olduğundan hiç kuşku yok.
Bugüne kadar yaşananlardan anlaşılan bu. Daha 22 Ekim'de, Bahçeli'nin o şaşırtan ilk açıklamasının ardından da bu minvalde yorumlar yazmıştım:
http://cancnr.blogspot.com/2024/10/neden-simdi.html
Sonuç olarak, gelinen noktada bugüne kadar birbiriyle savaşan taraflar savaşın ve silahlı mücadelenin sürmemesine karar verdiler.
Peki, bundan sonra ne olacak?..
Bu sürecin sonunda gerçekten kalıcı bir barış ve demokratikleşme yaşanıp yaşanmayacağına ülkedeki siyaset biçimleri ve güç dengeleri belirleyecek. Ortalığı boş bulursa elbette AKP iktidarı kendisi için en kârlı pazarlıkları yapıp, parsadan arslan payını hem siyaseten, hem de ekonomik olarak kapmaya çabalayacak. Aynı biçimde fırsat kollayan Kürt burjuvazisi de en kârlı yatırımlara ortak olacak. Özellikle Kuzey Suriye'nin ABD, İsrail ve Arap sermayesiyle yeniden kurulmasında Türk ve Kürt ortaklığı müteahhit firmaları çoktan hazırlar olası ihalelere. Hele ki Trump'ın vaadi Gazze'nin yeniden inşası hayaliyse müthiş iştah kabartıyor.
Bu şartlarda Kürt siyasi hareketi, CHP ve sosyalistler ne yapacak? Bu durum Türkiye'de hukuk, demokratikleşme, özgürlük mücadelesinde yeni olanaklar yaratırken kenarda oturup beklemek ortalığı AKP'ye ve yandaşlarına bırakmak olmayacak mı?
Hem barışa, hem demokrasiye, hak, hukuk, adalet ve özgürlüklere sahip çıkmak ve yeni düzende yeni dengeleri bu minvalde örgütlemek için birlikte, sadece mecliste ve komisyonlarda değil her alanda mücadele etmekten başka bir yol var mıdır?.. Bu mücadelenin dışında durmak, olup bitene ses çıkarmamak, oturduğumuz yerde çekirdek çitleyip, niyet okumayla, komplo teorisi kolaycılığıyla ona buna çemkirmek sotada bekleyip fırsat kollayan talancıların yolunu açmakla eş anlamlı görünüyor. Bu da, kırk yıldır palazlanan ve hâlâ savaştan medet uman ölü sevicilerin ekmeğine yağ sürmek değil midir?