21 Temmuz 2013 Pazar

Cin şişeden çoktan çıkmış

Bugün değişik bir gündü...



Beyoğlu'nda İstiklal caddesi ve ara sokaklarında neredeyse 2 yıldan beri süregelen, Beyoğlu Belediyesi'nin sokaklara masa sandalye koyma yasağına karşı, Beyoğlu esnafı kendi örgütlülüğü BEYDER bünyesinde bir protesto yürüyüşü yapacaktı İstiklal caddesinde... 


Daha bir kaç gün önce hükümet ve borazanları aracılığıyla, Beyoğlu esnafının üzerine kışkırtıldığı Taksim Dayanışması, 50 gündür süren Taksim ve Gezi direnişiyle birlikte gelenekselleşen hafta sonu yürüyüşünü de BEYDER'in protesto eylemine destek vererek gerçekleştirecekti...



BDP ise, AKP hükümetinin mangalda kül bırakmadığı barış sürecine dair, gene hükümetin bir adım ileri, iki adım geri giden ikircikli politikalarına karşı "hükümet adım at" demek için aynı saatlerde milletvekilleriyle birlikte Galatasaray meydanındaydı...

İşte 50 gündür birilerinin birbirine düşman etmeye çabaladığı, her fırsatta birbirine karşı kışkırttığı ama doğaları gereği barış, demokrasi, eşitlik ve özgürlük ekseninde buluşan kitleler, bugün İstiklal caddesinde buluştular ve sloganları birbirine karışarak, BİRLİKTE YÜRÜDÜLER...


"Her yer Taksim, her yer direniş" derken, "Her yer Lice, her yer direniş" e dönüştü; polisin yanından geçerken "Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım, kaskını çıkar, copunu bırak, delikanlı kim bakalım" derken, "Yaşasın halkların kardeşliği"ne dönüştü ortak ses... "Hepimiz Ali'yiz, öldürmekle bitmeyiz" derken, polise "simit sat, onurlu yaşa" sloganı da hatırlatıldı, doğal olarak... 


...ve bütün bunların sonrasında, Tünel'e kadar, BDP'li kitlenin de katılımıyla hep BİRLİKTE yüründü, polisin caddeyi kestiği noktada, esnafın ellerinde taşıdığı masa sandalyeler eşliğinde, basın açıklaması yapıldı ve sonrasında eylem sonlandırıldı. Ne polise karşı fiziksel bir müdahale oldu, ne de polisin müdahale etmesi için bir bahanesi vardı. Bütün niyetler barış ve birliktelikle boşa çıkarılmış oldu...

Tünele doğru Toma barikatı.
Evet... Cin şişeden çoktan çıktı... Artık kimsenin gücü yetmeyecek o cini yeniden şişeye sokmaya... Artık Türkiye'de hiç bir şey eskisi gibi olmayacak... Bugün yaşananlar bunun en güzel müjdecisiydi...


Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul / Bekle bizi / Sen bize lâyıksın.


Hey sen ne güzelsin kavgamızın şehri

Bugün çok güzel bir gündü...




Can ÇINAR - 21 Temmuz 2013

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Eğer TMMOB yoksa...


Eğer TMMOB yoksa;

- Evinizde, işyerinizde ya da gittiğiniz herhangi bir yerde bindiğiniz asansörün halatının ne zaman kopup düşeceğinizi;
- Bindiğiniz ya da yolda yanından geçtiğiniz taksinin bagajındaki LPG tankının ne zaman patlayacağını;
- Oturduğunuz ya da misafir gittiğiniz evin hangi şiddette bir depremde yıkılabileceğini;
- Önümüzde ki birkaç gün ya da yıl içinde ülkenin neresinde bir deprem olabileceğini ve o depremin size, evinize ya da komşularınıza ne kadar hasar verebileceğini;
- Evlerinizde ki doğal gaz ya da kalorifer tesisatının ne zaman kaçak yapmaya başlayacağını;
- Çalıştığınız fabrikada ya da işyerlerinde kullanılan basınçlı kapların, tüplerin ne zaman patlayacağını, vinçlerin halatlarının ne zaman kopacağını;

B - İ - L - E - M - E - Z - S - İ - N - İ - Z !



Bunlara benzer, hayatımızda her gün karşı karşıya olduğumuz onlarca, yüzlerce örnek daha sıralanabilir elbette… Bugüne kadar, çevremizde olup biten ve hayatımızın içinde ki yaşamsal riskleri, objektif ve bilimsel kriterlere göre değerlendiren kurum TMMOB’du. 


Artık değil



Bir gecelik bir operasyonla, bir yasayla tüm bu bağımsız denetim yetkilerini TMMOB’un elinden aldı hükümet… Artık, müteahhit cenneti Türkiye’de, herkes hiç bir denetime takılmadan istediği tehlikeyi üretecek, işine gelmeyen önlemi almayacak ve bizler her gün, her gittiğimiz yerde, “başımıza nereden bir felaket gelecek?” diye bekliyor olacağız.




10 Temmuz 2013 - Kadıköy 






5 Temmuz 2013 Cuma

AİDİYET ve AYRIŞ(tır)MA sorunsalı...

(Bu yazı, GEZİ destanı sonrasında oluşan park forumlarından biri olan, Yoğurtçu parkı forumunda gelişen ayrıştırıcı polemikler hakkında, 'Diren Kadıköy' sayfasında yayınlanmak üzere yazılmıştır.)

Kadıköy’ün Değerli Gezi’ci Dostlarına

Son günlerde Yoğurtçu forumunda ve ‘Diren Kadıköy’ sayfasında gelişen yararsız polemiklerle ilgili benim de birkaç kelamım olacak :

Gerek bu sayfada, gerek Gezi direnişi boyunca Taksim’de özveriyle, gecesini gündüzüne katan, gerekse de park forumlarına katılan tüm dostlar arasında siyasi parti ya da örgütlere, sivil toplum kuruluşlarına, odalara, sendikalara, derneklere, hayır kurumlarına üye pek çok dostumuz var. Her birinin o örgütlülükler içinde özverili çabalarına da, insanlık için, toplum için değerli bir şeyler kattıkları sürece saygım sonsuz; aynı şekilde, şu ya da bu nedenle, ama mutlaka da kendilerince de haklı nedenlerle, herhangi bir örgütlülük içinde olmadan, sadece kendileri olarak bu dayanışmanın içinde olan  tüm dostlara da ‘birey’ olarak varlıkları için, Gezi destanına ve sonrasında ki park forumlarına kattıkları her şey için de sonsuz teşekkür etmek zorundayız…

Aidiyet hissi güzeldir, insanı yalnız olmaktan kurtarır. Bizim gibi düşünen, yaşayan dostlarla ortak bir gruba dahil olmak, küçüklüğümüzden beri hep aradığımız, bizi tamamlayacağını düşündüğümüz doğal bir ihtiyaçtır. Ancak her aidiyet aynı zamanda bir ayrışmayı da getirir, hepimizi diğerlerinden ötekileştirir ve farklılaştırır. Ait olduğumuz grupların bayrak ya da flamaları da ayrışmanın, farklılaşmanın, farklı olduğunu belirtmenin sembolleri değil midir?  

31 Mayıs gecesinden bu yana, önce İstanbul’un dört bir yanından başlayan, sonra da ülkenin dört bir yanına yayılan direnişin aidiyetini tartışmaya bile gerek olduğunu sanmıyorum. Taksim Dayanışması’nın inisyatifi altında bir araya gelen, birbirinden çok farklı örgütlülükler, gene birbirlerine tutunarak sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde bile az rastlanır bir destan yarattılar. Bu güne kadar hiçbir ‘aidiyet’ bunu “tek başına” sahiplen(e)medi. Bu müthiş destanın sahipleri bir araya gelebilmeyi başaran, hiç kimseyi ötekileştirmeyen, sadece insani değerlerle yola çıkarak iktidar baskısı ve şiddetine canı pahasına karşı duran örgütlü ya da örgütsüz herkesti(r). Hepimizi, bütün farklılıklarımıza ve aidiyetlerimize rağmen biraraya getiren ortak öfkemiz, birlikte mücadeleyi sağlayan da doğduğumuz günden bugüne kadar öğrendiğimiz insani erdemlerimize, değerlerimize sahip çıkma ve geleceğimizi karanlıktan kurtarma kararlılığımız oldu; hem de bütün ayrılıklarımıza rağmen ayrımcılıktan uzak durarak…

Bugün gelinen görece sükunet aşamasında, birilerinin sotada yatıp, varolan aidiyetleri kurcalayarak ayrımcılık diliyle bu dayanışmayı parçalamak eğilimi, direnişi zayıflatıp sonlandırmak için çok akıllıca(!) görünüyor. Polis şiddetinin, medya manipülasyonlarının, internet dezenformasyonunun yapamadığını bu yöntem pekâlâ sağlayabilir. Bunu becermek için de bayrakları, kahramanlıkları, dokunulmaz sembolleri öne çıkartıp, “öteki”lerin hassas olduğu yaraları kaşımaktan daha iyi bir yol var mı? 

İktidarın Taksim’e müdahale gerekçesi meydandaki “bez parçaları(!)”nı temizlemekti; çünkü ancak bu gerekçeyle kendi şiddetini kamuoyunda, halkın gözünde meşrulaştırabildiğini biliyordu, kendince, çok da güzel kullandı bunu. Gezi destanının eski kafalarda yarattığı en güzel etki, bence bildiklerimizin, bellediklerimizin, ezberlerimizin bozulması oldu. Ayrımcılıktan ve ötekileştirmekten uzak durmayı, insanı insan olarak sevmeyi, farklı olan(lar)la yanyana durabilmeyi becerebildikçe, nefretin değil, sevginin diliyle konuşmaya, dinlemeye tahammül etmeye ve birbirimizden öğrenmeye başladık. Bugüne kadar ‘politika’ diye bellediklerimizin aslında kahramanlar ve kahramanlıklar üzerinden yapılan ‘hamaset’ olduğunu, gerçekte ‘siyaset’ kavramının anlamının hayatın ta kendisi olduğunu anlamaya başladık. Bizim gibi eski kafalıların, ‘apolitik’ diye beğenmediğimiz, tukaka ettiğimiz gençliğin nasıl hayata sahip çıktığını ve kendi gelecekleri için nasıl direndiklerini ve nasıl kazandıklarını görüyoruz, yaşıyoruz. 

Bence, Gezi destanından doğru dersleri çıkartamayan, hâlâ eskiden belledikleriyle aynı derede defalarca yıkanmaya çalışanlar, aidiyetleri ne olursa olsun, bu ülkenin geleceğinde varolamayacaklar. Bunu anlayabilmek için bir süre ezberlerimizi unutup, bildiklerimizi başkalarına illâ ki belletmek yerine, azıcık sükunetle farklılıkları dinlemeyi becermek yeterli, kanımca…  


CAN ÇINAR – 5 Temmuz 2013

GEZİ Parkından - 5 Haziran 2013