Osmanlı Devleti kurulurken, 13. yüzyıl
Anadolu aydınlanmasının öncülerinden Şeyh Edebali'nin(*) Osman Bey'e
nasihatidir: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!.. 600 yıllık Osmanlı egemenliği
boyunca devletin temel ilkesi oldu bu şiar, devamında da cumhuriyet yönetimi
devraldı bu geleneği. Ancak, görevi yurttaşı yaşatmak için denetim organı olan
devletin, güçler ayrılığı ilkesini de kullanarak, demokratik ve özgürlükçü bir
sistemle yürümesi 1980’lerden itibaren sermayenin palazlanması ve küreselleşen
sermaye ile bütünleşmesine engeldi. Nitekim, 24 Ocak 1980’den başlayarak
uygulamaya alınan "ekonomiyi yeniden yapılandırma kararları”,
demokratik bir muhalefetle karşılaşınca, 12 Eylül 1980’de anayasanın ve tüm
demokratik mekanizmaların tasfiyesiyle bu cumhuriyet geleneği de adım adım yok
edilmeye başlandı.
Küresel sermaye ile bütünleşerek, ülkenin
bütün doğal ve insan kaynaklarının peşkeşiyle “büyüme” adı altında
kendini katlayarak palazlanan işbirlikçi sermaye bu yolda sıklıkla cumhuriyet
döneminin kalıntısı olan, yurttaş haklarını savunan denetim ve yargı
mekanizmalarıyla karşılaştı. Ancak 2002’den itibaren bugüne dek AKP iktidarı
boyunca devletin tüm denetim mekanizmaları ve giderek de güçler ayrılığı ilkesi
tamamen tasfiye edildi ve geldik bugüne…
Bugün yaşadığımız facia ve felaketlerin
habercileri de 20 yıl öncesinden başlamıştı çoktan.
Yıl 2004’dü. Abdülhamit döneminden kalma
demiryolu üzerindeki trenleri hızlandırdılar. Seferler başladıktan 2-3 ay sonra
viraja hızlı giren bir tren devrildi Sakarya’nın Pamukova ilçesinde. 1. ve 2.
vagonda 41 yolcu öldü, 89’u yaralandı. ‘Hız sınırı olan viraja 132 km hızla girdi’
diye makinist 2,5 yıl hapse mahkum oldu. Yattı çıktı. Bilirkişi demiryollarını
8’te 4 kusurlu buldu. Soruşturmanın savcısı TCDD Genel Müdürünü de davaya dahil
etmek istedi, ancak o dönemin Ulaştırma Bakanı izin vermedi. 100 yıllık yolda,
eski trenleri hızlandırma projesinin sorumlusu olan aynı bakan kısa bir dönem
sonra da başbakan oldu. Üst yargıya yapılan itirazlara rağmen zaman aşımı
bahanesiyle konu kapandı.
2009’da İstanbul’un en merkezi bölgelerinden
birinde Ayamama deresi taştı. Sel felaketi 31 kişinin ölümü ve 9 kişinin
kaybolmasıyla sonuçlandı, en az 70 milyon dolarlık bir zarar oluştu. Dönemin
başbakanı ve çevre ve şehircilik bakanı afeti bir tufan olarak yorumladı ve
alınacak bir önlem olmadığını söyledi. Ölenler öldükleriyle kaldı. (https://tr.wikipedia.org/wiki/2009_Marmara_sel_dizisi)
2010’da Zonguldak-Kilimli’de maden ocağında grizu patladı. 30 emekçi göçük altında kaldı. İlk bilirkişi raporu, ölen mühendisleri sorumlu gösterdi. Yargılamalar sonunda aralarında Türkiye Taşkömürü Kurumu yöneticilerinin de olduğu 5 kişi 5-10 yıl arası hapis cezası aldılar, ancak karar hâlâ kesinleşmedi. Yargı süreci devam ediyor. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Karadon_maden_kazas%C4%B1)
2014’de Soma’da 301 maden emekçisi can verdi. Facia,
Cumhuriyet tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası
olarak kayıtlara geçti. Yargılamalar sonunda 14 sanık hakkında verilen hapis cezaları
Yargıtay tarafından bozuldu. Anayasa Mahkemesi kamu görevlisi olan bazı
şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemiş olmasını yaşama hakkının usul
boyutunun ihlâli saydı. Yargı süreci devam ediyor. Ölen 301 maden işçisinin ve
ailelerinin hak arama mücadelesini sürükleyen Can Atalay ise şu anda mahkûm. (https://tr.wikipedia.org/wiki/Soma_Facias%C4%B1)
Aynı yıl, Konya Ermenek’te kömür madenini su
bastı. 18 emekçi can verdi. Olaydan 4 ay önce, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı tarafından yapılan denetimlerde toplam 8 mevzuata aykırılık tespit
edilmiş ve idari para cezası uygulanmıştı fakat ocak çalışmaya devam etti. Yargı
süreci sonunda maden sahibi ve hissedarlar, görevli mühendis ve iş güvenliği
uzmanı çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Bilirkişi raporundaki
tespitlere rağmen, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı'na bağlı müfettişlerin soruşturulması için izin verilmedi.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Ermenek_maden_kazas%C4%B1)
2018’de, bu sefer Çorlu’da, yağış nedeniyle
rayların altındaki toprak menfezin kayması sonucu trenin 5 vagonu devrildi.
Kazada 25 kişi öldü, 317 kişi de yaralandı. Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı siyasetçiler,
bürokratlar, TCDD'nin üst yönetimi yer alan kişiler hakkında da kovuşturmaya
yer olmadığını karar verdi. Makinistlere takipsizlik kararı verilirken, 4 kişi
hakkında iddianame hazırlanmasını kararlaştırdı. Kaza kurbanlarının ailelerinin
çabası sonucunda, kazadan 6 yıl sonra dava karara bağlandı. 17 sanığın
yargılandığı davada dönemin TCDD Bölge Müdürü, Bakım Müdürü, Bakım Servis
Alanlarından Sorumlu Müdür Yardımcısı 9-17 yıl arasında hapse mahkûm oldular. Kararı
protesto eden aileler hakkında da davalar devam ediyor. (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87orlu_tren_kazas%C4%B1)
2020 yılında, Sakarya'nın Hendek ilçesinde bir havai fişek fabrikasında patlama meydana geldi. 7 emekçi öldü, 127’si yaralandı. Olayın ardından havai fişeklerin tahliyesi sırasında, ikinci kez patlama meydana geldi ve 3 jandarma öldü, 12 kişi de yaralandı. Fabrikada daha önce de ölüm veya yaralanmayla sonuçlanan patlamalar olduğu gündeme gelmişti. Fabrikanın sahibi 16 yıl, sorumlu müdürler 6 yıl hapse mahkûm oldular ama Yargıtay bu kararları bozdu. Yargı süreci hâlâ devam ediyor. (https://tr.wikipedia.org/wiki/2020_Hendek_havai_fi%C5%9Fek_fabrikas%C4%B1_patlamas%C4%B1)
2021’de Batı Karadeniz Bölgesi’nde etkili yağışlar
sonucu sel, su baskını ve heyelanlar meydana geldi. Kastamonu, Sinop ve Bartın
illerinde sellerde toplam 97 kişi hayatını kaybetti, 228 kişi yaralandı. Bozkurt
ilçesinde yıkılan bir apartmanın müteahhidi dışında yargılanan yok. Oysa, dönemin
İçişleri Bakanı selin ilk anlarında ilçe merkezinin yukarısında bulunan tomruk
deposundan gelen ağaç ve kütüklerin yarattığı baraj etkisi ile Ezine Çayı
üzerindeki köprüyü tıkadığı, suyun geçişinin engellenmesiyle birlikte biriken
sel sularının taşarak ilçeye yayıldığını açıklamıştı. Doğal hâli ile geniş bir
nehir yatağına yayılan Ezine Çayı'nın yatağı 2000'li yıllardan sonra daraltılmıştı
ve burada elde edilen araziye süreç içerisinde konutlar inşa edilmişti. (https://tr.wikipedia.org/wiki/2021_Bat%C4%B1_Karadeniz_sel_felaketi)
Daha geçtiğimiz yıl yaşadığımız faciaların iziyse
hâlâ taptaze. Erzincan İliç’teki altın madeninde siyanür liç işleminden sonra
depolanan toprak yığını heyelana dönüştü. 9 emekçi hayatını kaybetti. Siyanürlü
toprak 300 dönümlük bir araziye yayıldı. Olayla ilgili olarak işletmeci
şirketin 8 yöneticisi hâlâ yargılanıyor. Kazanın hemen ardından TMMOB şu açıklamayı
yaptı: “Kapasite artırımı için Bakanlığın verdiği ÇED olumlu kararı ve açık
ocak işletme genişletmesi için verilen ÇED gerekli değildir kararına karşı
açtığımız davalar var. İliç Çöpler Altın Madeni işletmesi kapatılmalıdır ve
rehabilite çalışmalarına başlanmalıdır dedik. Facia geliyor dedik... Facia
geldi...” (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0li%C3%A7_maden_kazas%C4%B1)
Yine geçen yıl, İstanbul’un göbeğinde, Beşiktaş’ta
bir gece kulübünde tadilat sırasında çıkan yangın sonucunda 29 emekçi can
verdi. Kulüp yöneticisi ve tadilattan sorumlu kişiler dahil 9 sanığın yargılanması
devam ediyor. Son duruşmada bir tanık ifadesine göre, işletmenin kurulduğu
tarihten bu yana alınan ruhsatların hepsinde usule aykırı işlem yapılmış, yıllarca
usulsüz işlemlerle çalıştırılan iş yeri denetlenmemiş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ise yangından hemen sonra işletmenin inşaat için gerekli izinleri almadığını
belirtmişti. (https://tr.wikipedia.org/wiki/2024_Gayrettepe_gece_kul%C3%BCb%C3%BC_yang%C4%B1n%C4%B1)
Daha geçtiğimiz ay, 2024 yılının sonunda, Balıkesir’de
bir mühimmat fabrikasındaki patlamada da 11 emekçi hayatını kaybetti, 7’si
yaralandı. Patlamanın ardından şirket yöneticilerinden 3 kişi şimdilik tutuklu.
Fabrikaya verilen üretim izinlerine, ruhsatlandırmaya dair henüz herhangi bir
bilgi yok.
…ve son olarak,
bu yıla da geçtiğimiz hafta bir tatil beldesinde, Bolu Kartalkaya’da bir otel yangını
faciasıyla başladık. Yarısı çocuk 78 kişi can verdi. İlk andan itibaren,
yetkisiz(!) ve sorumsuzların(!) birbirlerini suçladıkları bir tiyatro oyununu
izliyoruz günlerdir. İlk ifadesinde, otelin sahibi bile otel çalışanlarına attı
sorumluğu. Herkes sütten çıkma ak kaşık, otelde ölen de suçlanan da yine o otelin
emekçileri görünüyor.
20 yıldır olup
bitenlere gösterdiğimiz rıza ve sessizlik, bu felaketin de habercisiydi
aslında. Yıllardır art arda yaşanan ve birbirini tekrarlayan bunca felaketin
ortak yanı ne olabilir? Biliyoruz ki, bir sonucu yaratan sebepleri ortadan
kaldırmazsanız sonuçları değiştiremezsiniz. Aynı biçimde davranarak, aynı koşullar
altında hep aynı sonucu alırız. Başımıza gelen bir felaketse, felaketi yaratan
koşulları değiştirmedikçe aynı felaketlerle defalarca karşılaşırız. Eğer tren
kazaları, sel felaketleri, maden kazaları, fabrikalardaki patlamalar, kontrolsüz
büyüyen yangınlar birkaç yıl arayla ve sıklıkla, tekrar tekrar karşımıza
çıkıyorsa, bu felaketlere sebep olan koşullar da değişmiyor demektir.
Yukarıdaki faciaların
hiçbirinin önlenemez olmadığını herkes biliyor. Gerekli önlemler baştan alınmış
olsaydı, yerel ve merkezi yönetime bağlı sorumlu idari birimler gerekli
denetimleri zamanında yapmış olsalardı, yapılan denetimlerde tespit edilen
eksikliklerin peşinde koşmuş olsalardı, görevlerini yapmayan sorumlu ve yetkililer
ödüllendirilmek yerine yargı süreçlerine dahil edilmiş olsalardı, yargılamalar
sonucunda sorumlular hak ettikleri caydırıcı cezalara, zaman geçmeden çarptırılmış
olsalardı, aynı felaketler defalarca karşımıza çıkabilir miydi?
Bu dediğimiz ancak,
“insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesinin hayata geçtiği, devletin ve
kurumların, yasaların, idari süreçlerin yurttaşlar için geçerli olduğu, insan
yaşamının her şeyden, her türlü kâr ve ranttan daha değerli olduğu bir coğrafyada
geçerli koşullar. Ne yazık ki, artık yaşadığımız ülkede, merkezi yönetimin
odağında her türlü felaketin kök nedeninde “fıtrat” ve “kader kazası” olduğu, normal
olmayan ölümlerin de “şehadet” ile kutsandığı gerçeği var. Bu kabuller de ne
olursa olsun, kim ölürse ölsün, yaşanan felaketin boyutu ne kadar olursa olsun,
önce “aman suç üstümüze kalmasın”, “bize bulaşmasın” savunmasıyla ve ölenlerin
arkasından rahmet dileyerek cenaze namazında boy göstererek sorumluluklardan
sıyrılmayı getiriyor.
Son faciada da hukuksal
süreçlerde sorumluluk otel sahibi ve yöneticilerin üstüne atılacak, her zaman
olduğu gibi. Sahipleri de tazminat ödemek zorunda kalacaklar. Ölenler
öldükleriyle kalacak. Davalar yıllarca sürecek ve bizler de unutacağız. Peki ya
bugüne kadar yaşananlardan ders çıkartmayan, felaketlerin tekrarını önleyici hiçbir
tedbir almayan, hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, yasal mevzuatı uygulamayan,
uygulamaları denetlemeyen devlet bürokrasisindeki sorumlular ve atanmış veya
seçilmiş siyasi yetkililer? Yine ihmallere bilerek ya da bilmeyerek göz yuman idari
sorumluların soruşturulmasına ilgili bakanlıklar izin vermeyecek mi? Yine
onlara dokunulmayacak mı? Yine bir sonraki faciada ölecek canları mı
bekleyeceğiz? Yine, yeni felaketlere rıza mı göstereceğiz? Peki bu sefer kimler
kurban olacak? Biliyoruz ki böyle bir coğrafyada ölenler hep tanımadıklarımız
olmuyor, olmayacak da…
(*) Şeyh Edebali kimdir? Şeyh
Edebali (ö. 1326), Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir Ahi şeyhidir.
Hacı Bektaşi Veli ve Ahi Evran ile Anadolu Ahilik geleneğinin ve Ahi
Teşkilatı'nın kurucularından olduğu kabul edilir. Osman Gazi'nin kayınbabası, hocası,
Osmanlı Devleti'nin de fikir babasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder