21 Eylül 2014 Pazar

MAHSUS MAHAL'deki EZGİLİ YÜREK

13 yaşında tanıdım Ruhi Su’yu, o zamanlar “33’lük” denen uzunçalar plaklarıyla… ve o zaman öğrendim türkülerin, sadece TRT Yurttan Sesler korusunun ağzından değil, halkın ağzından nasıl okunduğunu… Büyürken yanımızdaydı; “Seferberlik Türküleri”, “Yunus Emre”, “Köroğlu”, “Pir Sultan” deyişleri, “Zeybekler”, “Semahlar”… ‘Kapansın “El Kapıları” bir daha açılmasın’ derken, haykırdık “Sabahın Bir Sahibi Var”, biter bu dertler acılar’ diye...

12 Eylül karanlığının ardından yasaktı Ruhi Su… Türküleri ondan dinlemek, onun türkülerini söylemek ne demek? Adı bile yasaktı. Bir gün üst kat komşumuzun, anneme “sizin oğlan Ruhi Su falan dinliyor, allah korusun yoksa komünist mi?” dediği de vâkidir , o yıllarda… Neyse ki korunduk o vakitler…



1984 sonları ya da 85 başları olsa gerek. Taksim’de Şan Tiyatrosu’nda Rahmi Saltuk konseri vardı bir gün; hem de büyük Ustası Ruhi Su’nun türkülerini söyleyecekti, Usta… Aynı zamanda, o zamanlar kanser teşhisi konan ama sakıncalı olduğu için devlet tarafından pasaport verilmeyince, tedavisi için Almanya’ya gidemeyen, göz göre göre ölüme terk edilen büyük Usta’yla dayanışma için yapılıyordu konser… Şan Tiyatrosu tıklım tıklım doluydu… Rahmi Saltuk “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin” diye başlamıştı saza ve ilk bölüm hep bir ağızdan söylenen Ruhi Su türküleriyle devam etti…

Konserin ikinci yarısı başlamak üzereydi, yerlerimize yerleştik. Kaldığımız yerden devam edeceğiz sanıyorduk… Ama karanlık sahnede perde açıldı ve birden Ruhi Su Usta’nın o muhteşem bas bariton sesi doldu salona… Ve aydınlandığında, Usta sazıyla sahnedeydi… Gücü, mecâli ancak iki türküye yetebildi o gün… Yıkıldı salon alkıştan, coşkudan… Hiç birimiz tutamadık gözyaşlarımızı… Üzerinden 30 yıl geçmiş, bugün, bunları yazarken de diken diken oluyor tüylerim hâlâ… O gün, o salonda oldukça fazla sayıda koltuk işgal eden sivil polisler için de büyük bir sürpriz olmuştu ve onlar da şaşkınlıktan çaresiz kaldılar…

Çok geçmedi aradan… 20 Eylül 1985’de kötü haber geldi… O ses ışık olmuştu. Koştuk arkasından uğurlamaya sonsuzluğa, on binlerce genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek türkülerini ve halkını seven insan… 12 Eylül’ün ardından en kalabalık yürüyüş koluydu. Şişli camiinden çıkıp, Mecidiyeköy, Gayrettepe üzerinden Zincirlikuyu’ya ulaştığımızda bütün Ruhi Su külliyatını tek bir ağızdan söylemişti bile yüz bin kişilik Dostlar Korosu. Kortejin en önündeki cenaze arabası Zincirlikuyu mezarlığına girerken, o şimdi gökdelenlere terkedilen meydanda, bir anda polis giriverdi, sadece ve sadece türkü söyleyerek, bir büyük Usta’ya vefa borcunu ödemeye gelen halkın arasına… ve tek tek toplamaya başladı canları.

Hepimiz, tanıdık tanımadık kenetlenmiştik o anda, birimizi alsalar hepimizi alacaklardı mecburen, güçleri yetse… Arkamdan bir polisin bütün gücüyle ittirdiğini hatırlıyorum, birbirine kenetlenmiş bir grubu duvara doğru sıkıştırmaya çalışıyorlardı; arkadan çığlıklar geldi “ittirmeyin çocuklar var, eziliyorlar” diye… Polise dönüp hışımla bağırdım “ittirmeyin çocuklar var” diye. Şaşırdı polisler… Sonra beni çekmeye başladılar, kopsam alıp götüreceklerdi ama beni çektikçe ittirdikleri kitle de gelmeye başladı, ve geldikçe arkası rahatladı. En son aynı polisin, bana “bıraksana sen onları” diyerek çektiğini hatırlıyorum… ve ardından grup sıkışıklıktan kurtularak elele Beşiktaş’a doğru uzaklaştı, tabii ki ben de…

Az ileride, yolun karşısında bir otobüste gencecik insanları doldurduklarını gördük. Sonra öğrendik ki, o gün bir cenaze töreninden, türkü söyleyerek toplanan 163 can 15 gün boyunca 12 Eylül zindanlarında kaldı ve o zamanın emniyet müdürü Mehmet Ağar’ın emri altında işkence gördü… Tıpkı büyük Usta’nın da 1952 yılında, Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nın tabutluklarında günlerce kaldığı “Mahsus mahal” dedikleri zindanlarda olduğu gibi…






Can ÇINAR, 21 Eylül 2014


Mahsus Mahal

Mahsus mahal derler kalırım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır
İk'elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm kardeş aklım sendedir
Artar eksilmeyiz zindanlarda
Kolay değil derdin ucu derinde
Kumhan ırmağında Karaburunda
Bulurum bulurum kardeş öfkem kındadır
Dirliğim düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim
Benim beyaz unum ak güvercinim
Bilirim bilirim kardeş gelen gündedir

(Bu türküyü Ruhi Su, 1952 yılında, “tabutluk” denilen hücredeyken Sıdıka Hanım için hazırladı.)



Komünist bir ozan: Ruhi Su

GEZİTE PAZAR • 21 EYLÜL 2014, MÜZİK
Ruhi Su müziğini, O’nun siyasi duruşundan, politik bakışından ayırarak anmak soyut ve anlamsız bir üzüntü haline dönüşür. Ruhi Su yalnızca mükemmel bir sese ve derin müzik bilgisine sahip bir sanatçı değil, O aynı zamanda burjuvaziye korkular salan komünist bir aydındı.

Ruhi Su TİP eyleminde

1975 yılının bir akşamında, BBC’nin Türkçe yayınındaki sunucu şöyle diyordu: “Bu akşamki sanat programımızda çok ünlü bir konuğumuz var. Herhangi bir sıfat söylememize gerek yok adını söylediğim zaman hepiniz bileceksiniz: Sayın Ruhi Su…”
Aradan geçen bunca zaman içinde – bugün ölümsüzlüğe yürüyüşünün 29. yılında mesela- Ruhi Su hakkında çok şeyler yazıldı ve anlatıldı. Bunların bazılarında Ruhi Su müziğini O’nun siyasi duruşundan, politik bakışından ayırarak, ‘ne güzel türküler söylerdi’ ‘türkülerin babasıydı’ ‘çileli bir hayat yaşadı’ gibi laflarla soyut ve anlamsız bir üzüntü dile getiriliyor. Bugünkü kuşak da Ruhi Su’yu ‘acılar çekmiş bir türkücü’ olarak öğreniyor. Buna izin vermeyelim. Belki de en çok bugünlerde O’nu başka sıfatlarla da anmak gerekir. Çünkü orada gizlidir Ruhi Su’yu Ruhi Su yapan en önemli özellikler.
Ruhi Su yalnızca mükemmel bir sese ve derin müzik bilgisine sahip bir sanatçı değil, O aynı zamanda burjuvaziye korkular salan komünist bir aydındı. Bir halk aydını olarak, komünist bir aydın olarak hapse ve sürgüne düşüp; işkencelere meydan okudu. Beş sene boyunca hapiste, hücrede tutulmuştur. Ancak o yine de başta işçi sınıfının ve ezilen Anadolu halklarının sesi olarak burjuvaziye meydan okumaya devam etmiştir:
“Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır
Dirliğim, düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim”

diyerek inanç, direniş ve kavga çağrıları yapmıştır.

Yaptığı radyo programında “Serdari halimiz böyle n’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak”türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi. Ancak hayatındaki zorluklara bakıldığında bunun hiçbir şey olduğu anlaşılır. Hiçbir şey onu yıldırmadı. O bir kavga adamıydı: Umudun, yarının, güzelliğin, devrimin ve ‘bizden olan ne kadar güzel şey varsa’ onun kavgasını veren bir aydındı. Yüreğindeki devrim ve halk ezgilerinin coşkusuyla, Anadolu halk müziğinin gelişmesine büyük katkılar sağlamış ve yeni yollar açmıştır. 1975 yılında Dostlar Korosu’nu kurup ilk kez çok sesli halk müziği denemelerini o gerçekleştirdi. Nazım Hikmet’in şiirlerini ilk besteleyenler arasında o vardı. Başta Pir Sultan olmak üzere, HatayiSerdari ve diğer alevi ozanlarının deyişlerini okuyup yorumlamış ve alevi müziğinin yaygınlaşmasında önemli bir rol üstlenmiştir. Başkaldırı türkülerini geniş halk yığınlarına taşımıştır. Onun tavrı devrimden yanadır:
“Dinleyin arkadaşlar, bir atasözümüz var
Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar
Kıyamet dedikleri, ha koptu ha kopacak
Yoksuldan halktan yana, bir dünya kurulacak
Görmüşler ileriyi, atalarımız demek
Herkese yeter dünya, herkese yeter ekmek.”

“Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez.”

Ruhi Su müziği kendiliğinden, tesadüfi bir müzik değildir. Ayakları sağlam bir temele basar ve kökü halkta'dır. Kültür, türküler, çok seslilik üzerine çok önemli yazıları vardır. Sadece üretip, yorumlayıp geçmiyor, bu işin teorik çalışmasına da kafa yoruyor. Sanata, sanatçıya ve halka dair görüşlerini kendi anlatımıyla hatırlamak ve yeniden kavramakta fayda var: “Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. ‘Beni bu halk anlamaz’ demek, en azından, boş bir kendini beğenmişliktir. İnsan kendini beğenmede bile yalnız kalmamalı. Halkın sanatta anlamadığı bir yer olabilir, sanatçı bunu umursamazlık edemez. Çünkü tüketicisi olmayan bir üretim yaşamaz. Hani hükümet zoruyla da yaşamaz demek istiyorum. Elli yıllık değil, yüz elli yıllık deney var önümüzde. Bazı sanat kurumlarının gittikçe yozlaşması, kuruyup gitmesi bundandır. Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez.”
Aziz Nesin 18 Ocak 1960 tarihli bir gazete yazısında Ruhi Su için şunları diyor: 
“Söyleyen Ruhi Su değil. Onun ağzında bütün bir yurt dile gelmiş. Kapalı gözlerimin önünden bozkırların çarıklıları, yaylaların yarık tabanları, bitmeyen tozlu yolların yolcuları, gurbetçiler, sıla özlemcileri geçip gidiyor. Bir film görüyorum: Ağaçsız topraklar, topraksız sular… Toprağın insana özlemi, oynayan gelinler, dönüşü yok yollar, aşılmaz dağlar, bitkisiz ovalar, halılar, kilimler, çoraplar, nakışlar… Ruhi Su türkü çağırıyor. Bütün bir yurdu taşıyan gür, yanık, içli ses, bu süslü aynalı, yaldızlı, yıldızlı salona sığmıyor. Yiğit sesi süslü salona sığmayan Ruhi Su bir başına, ama hepimizden yüce.”

O pasaport duruyor mu acaba?

12 Eylül 1980’de yönetime el koyan faşist cunta, Ruhi Su’ya pasaport vermeyerek, O’nun yurt dışında tedavi edilmesini engellemişti. Diyebiliriz ki Ruhi Su’nun ölümünde 12 Eylül generallerinin de payı vardır. ‘Bir defaya mahsus’ verilen ama Ruhi Su’ya verilmeyen o malum pasaport duruyor mu acaba?


20 Eylül 1985’te ölen Ruhi Su’nun cenaze törenine onbinlerce insan ‘Ruhi’ler ölmez!’ sloganlarıyla katılmış, cenaze töreni büyük bir eyleme dönüşmüştür. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede 15 gün süreyle gözaltında tutulur ve dönemin terör ve asayişten sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar’dır.

Ruhi Su’nun yaptığı çalışmalardan etkilenen ve O’nun izinden giden pek çok sanatçı olmuştur. O sanatçılar arasında en önemlileri Grup Yorum’dur. Grup Yorum da her fırsatta Ruhi Su’dan öğrendiklerini anlatıp, O’nu yaşatmaya devam etmektedir. Son albümlerine ‘Halkın Elleri’ ismini veren, Ruhi Su –ve daha pek çok ustayla- ilgili anmalara en önde giden Grup Yorum’un kendi tarihsel gelişimi içinde ilerlerken geçmişten, ustalardan aldıklarını da unutmadan yürüyüşüne devam etmesi yarınlara bırakılan önemli bir mirastır.
Evet, Ruhi Su bir komünistti. Komünist bir ozan olarak hapse ve sürgünlere düştü ama o bir dağ idi aynı zamanda: Hasan Dağı idi. Bugün de Hasan Dağı gibi dimdik aramızdadır. Boşuna değildir kulağımıza küpe olması gereken dizeleri:
“Dostlarım, kardeşlerim, canlarım
Kaldırın başlarınızı
Suçlular gibi yüzümüz yerde
Özümüz darda durup dururuz
Kaldırın başlarınızı yukarı
Bize göz verildi, gözleyin diye
Dil verildi, söyleyin diye
Kulak verildi, dinleyin diye
El, gövdede kaşınan yeri bilir
Dert bizde, derman ellerimizdedir.”
Ruhi Su fiziki olarak aramızdan ayrıldı ancak sesiyle, fikirleriyle, bıraktığı mirasla coşkun bir su gibi daha nice yıllar boyunca çağlayarak akacak. Ruhi Su, sudur; Sultan Suyu’dur. Sultan Suyu gibi Anadolu’da gürül gürül akmaktadır. O’nun sesinde Anadolu halklarının acıları, dertleri olduğu kadar bu dertlerin dermanları da vardır. Anadolu ve Dünya halkları yaşadıkça Ruhi Su da yaşayacaktır. O’nu yaşatanlara selam olsun.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder